Hamdi Hoca'dan Futbol Dersleri

Simon Kuper’e Açık Mektup

Sayın Mr. KUPER,

Futbol daha iyi oynanabilir...
Stefan S. İle birlikte yazdığınız “Soccernomics”i okudum. İlginç buldum, sizi kutlarım...
Kitabın “Türkiye” bölümünde katılmadığım pek çok nokta var. Gerçekler biraz daha farklı...
Bu vesile ile futbolun nasıl daha iyi oynanacağı ile ilgili bazı düşünce ve uygulamalarımı da sizinle paylaşacağım...
Birinci elden…  40 yıldır bu işin içinde olan bir Teknik Adam olarak...
Stratejik Düşünce’nin futbolda kullanılması, uzun yıllardır yerel ve uluslararası platformlarda ilk defa söylenen, ilk defa duyulan bir konu idi...
Oyuncu ve takım üretiminde bunun çok faydasını gördüm...

Futbol daha iyi oynanabilir...
İstanbul Amatör Liglerinde 12 yıllık futbolculuk tecrübesinden sonra, 2. Profesyonel Lig’de antrenörlük ve Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Kursları’nda hocalık yapmam Türk Futbolu’nu yakından tanımamı sağladı.
İngiltere’deki kurs (1970), Genç Milli Takım Teknik Direktörlüğü’nün (1973-74) yanı sıra Nicolae PETRESCU, Stefan KOVACS (Romanya), L.BAROTI, J.PALFAI (Macaristan), V.JIRA (Çekoslovakya) gibi kişiler ile yaptığım temaslar  sonucunda Avrupa Futbolu hakkında da fikir sahibi olmuştum.
Ayrıca, okuduklarıma göre fizik çalışmalara verilen aşırı önem Alman Futbolu’nu olumsuz etkiliyordu. Beckenbauer, “Oğlumu Bayern M. Genç Takımı’na yollamam. Orada futboldan başka her şey var.” derken bunu kastediyordu… vb vb…
Anlıyordum ki, futbolda gidilecek çok yol vardı… Karar Oluşumu, Doğru Karar gibi konulardan ise hiç söz edilmiyordu.
Ajax’ta çalışan S.KOVACS’a iki haftalık ziyaretim de (1974) bu düşüncemi değiştirmedi.
S.KOVACS’ın ricası ile izlediğim Derby-Juventus maçı sonrası hazırladığım raporumun Yönetim Kurulu tarafından beğenildiğini KOVACS bana söylemiş ve küçük bir ödülü almam için ısrar etmişti… (Ajax, Juve’yi 1-0 yendi ve Avrupa Şampiyonu oldu.)
Türk Futbolu’nun çıkışı, yazdığınızın aksine 2001’de başlamadı. Gelinen noktanın arkasında büyük emek var.
Çünkü köklü değişimler zaman alır. Herkes yapamaz. Yabancı bir ülkede böyle bir işi yapabilmek daha da zordur.
Bir insanı şekillendirmekten, onun ruhuna dokunabilmekten söz ediyoruz…
Yani bir nöronlararası bağlantı üzerine bir başka bağlantı daha koyabilmeyi konuşuyoruz. Oyuncunun gözünün içine bakarak ve onunla aynı dili konuşarak… Beyinde 125 milyar nöron olduğunu da unutmadan…
Türk Futbolu’nun gelişmesi, yazdığınızın aksine, sadece J.DERWALL-Gordon-çim saha ve TV ile açıklanamaz. Çok daha fazlasından söz ediyorum.
Türkiye’de 2001 öncesinde Türk Futbolu’nun gelişimi için uğraşan J.DERWALL ve Gordon’dan başkaları da vardı.
O kişilerden biri olan Hamdi Serpil TÜZÜN’ün Kulüp ve Genç Milli Takımlar düzeyinde neyi nasıl yaptığını size birinci elden anlatayım:

Futbol daha iyi oynanabilir...
Beşiktaş’ta radikal bir değişim yapmak isteyen Başkan Mehmet ÜSTÜNKAYA bana Ekim 1975’te görev verdi.
Beşiktaş Özkaynak Düzeni Teknik Direktörü olarak amacım şu idi;

*8 yıldır şampiyon olamayan (Bu BJK, FB ve GS için dünyanın sonudur) Beşiktaş’ı eski gücüne kavuşturmak.
*Böylece geleceğin Beşiktaş’ının ve hatta Türk Futbolu’nun temellerini atarak, Türk futboluna hizmette örnek ve öncü olmak. (Y.Kurulu’na verilen raporlar Ekim 1975 ve Şubat 1976)

Pek çok kişiye rüya gibi gelen hedeflere, farklı bir Futbol Paradigması ile aynen ulaştık. Akıl ve bilim yardımı ile…
Özkaynak Düzeni (ÖKD) ürünü ilk 3 genç oyuncu 1978’de Profesyonel Takım’a katıldı. Onlara eklenen 4-5 genç oyuncunun da büyük katkıları ile Beşiktaş tam 14 yıl sonra tekrar şampiyon oldu. (1981-82) İlerleyen yıllarda Profesyonel Takım’a katılan ÖKD ürünü 4-5 oyuncunun da katkıları ile Profesyonel Takım Türkiye Ligi’ni sildi süpürdü. Tam 14 yıl (1981-1995) 6 Şampiyonluk, 6 İkincilik… Her sezonun takımında 4-5 TÜZÜN oyuncusu olmak üzere.
Köklü (radikal) Değişim budur… Sürdürülebilir Başarı da budur…
Gordon bu başarının neresindedir? Eski gücüne kavuşan, son hızla ilerleyen Beşiktaş trenine 6 yıl sonra binmiştir… O 6 yıllık süreçte ise Beşiktaş 2 kere Şampiyon, 2 kere de 2. olmuş, ayrıca bir de Türkiye Kupası kazanmıştır.
BJK ÖKD’nin 20 yıllık (1975-1995) sürecinden sadece 4 yılı çekip “Beşiktaş Çıkışı-Gordon” demek Beşiktaş Tarihi’ni çarpıtmaktır. Aslında sizin hatanız yok. Kaynak yanlış…
Maalesef o güçlü Beşiktaş Takımları Avrupa’da iş yapamamıştır. Sınırlı beyinler yüzünden… Oyuncular suçlu değil, kurbandı. “Top dört köşe olursa bu maçı alırız.” diyen yöneticiler ve “Biz sadece Türkiye’ye bakalım.” diyebilen teknik adamın aklına Avrupa başarısı sığmıyordu… Yazık oldu Beşiktaş’a…
Gordon’un Beşiktaş Genç Takımları ile en küçük bir ilgisi yoktu… (O dönem gazetelerde çıkan bazı gerçekdışı haberleri, yönetim birinci ağızdan yalanlamıştı.)

Futbol daha iyi oynanabilir...
Genç Milli Takımlar ve sonrası takımlarda da köklü değişim TÜZÜN düşünceleri ile başladı.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Şenes ERZİK Genç Milli Takımlar Teknik Direktörü görevini Ocak 1990’da bana verdi…
Koyduğum hedef gene herkes için inanılmaz idi:
           
*Avrupa’nın en iyisi olmak.
            *Geleceğin Futbolu’na yön verebilmek. (18 Şubat 1990 Duyuru)

Bu hedefler o yıllarda Türkiye’de Teknik Adam olan olmayan hiçbir kişinin aklına sığmazdı. Hayalini bile kuramazlardı... O 0-8’lik yenilgilerin, 1-9-1 dizilişlerinin ruhları kararttığı, insanları utandırdığı yıllarda... Avrupalı’ya karşı 400 yıllık aşağılık kompleksinin tavan yaptığı zamanlarda...
Benimle çok alay etmişlerdi o zaman...
Oyuncularım, bazı yardımcılarım ve 2-3 yönetici dışında herkes...
Eduardo GALLEANO “İnsanın kendi ülkesinde kendi içine sürgün edilmesi çok acı” derken haklı. Dreyfuss, Semmelweiss olmak kolay değil… Ama “ülke dışındaki sürgün, ülke içindeki sürgünden daha faydalı” derken çok haksız...
Esas mücadele ve fayda tabii ki ülke içinde...
Türk Futbol Alemi’nin zavallı, kaderci anlayışına karşı... Köşe başlarını tutan, suyun başında olanların her türlü engeline karşı… Tek başına olsam bile...
Başka türlü Türk Futbolu’nda yeni bir dönem nasıl başlatılabilirdi? Türk Futbolu nasıl kabuk değiştirebilirdi? Bunlara cevap ancak sahada verilebilirdi. Çıkış noktam tekti ve yıllar boyu değişmemişti: Futbol daha iyi oynanabilir... Tıpkı Galileo’nu dünyasının güneş etrafında döndüğü gibi...
UEFA tam 79 yıl için (1923-2002) Türkiye’nin başarıları olarak neyi referans vermiş ise hepsinin altında Hamdi Serpil TÜZÜN imzası olması bundandır...
Tek ve tam yetkili olduğum Genç Milli Takımlar (U15-U16-U17-U18) farklı bir Futbol Paradigması ile verilen hedeflere ulaştı.
Akıl ve bilim yardımcımız oldu.
TÜZÜN Takımları 6 yıllık bir sürece (01.01.1990-01.01.1996) ;
           
*2 Avrupa Şampiyonluğu (U18 1992 – U16 1994)
            *1 Avrupa İkinciliği (U18 1993) sığdırmıştı…

Sonuç;
UEFA bazı oyuncularımızın geleceğin Avrupa Futbolu’nda rol oynayabileceğini yazdı.  Bu 6 yıllık dönemde final gruplarına çıkış oranı 8/11 oldu. Bu sürdürülebilir başarı demektir.
Biz hep oralardaydık. Rakiplerimiz de buna alışmışlardı. Gelişimi rakiplerin gözlerinde okuduk; Önce küçümseme vardı… Sonrasında bunun yerini şaşkınlık ve korku aldı… En sonunda ise saygı vardı. Hep saygı…
Bütün bu Genç Milli Takım başarılarının hiçbirisinin J.DERWALL ile hiçbir ilgisi yoktur… Bu başarıların zamanın A Takım Teknik Direktörü Sepp PIONTEK ile de hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü tüm Genç Milli Takımların tek ve tam yetkilisi olarak ve yetkilerimin tamamını kullanarak bu takımları yaptım… Yani bu takımlar katıksız TÜZÜN Takımları idi…
Ne Jupp DERWALL, ne Sepp PIONTEK, ne de bir başkası…

Zaten sonuçlar bunları gösteriyor.

J.DERWALL, S.PIONTEK iyi insanlardı. Zaten onların da böyle bir iddiaları ve açıklamaları olduğunu duymadım.  Gordon dâhil her üçü de, yetenekleri dâhilinde, Türk Futbolu’na bir şeyler vermeye çalıştılar… Diğer Teknik Adamlar gibi… Hepsi bu…


Futbol daha iyi oynanabilir...
Şimdi size TÜZÜN Oyuncusunu tanıtayım... Önce isimler;

*Beşiktaş Oyuncularından bazıları: Ziya DOĞAN, Fuat YAMAN, Süleyman OKTAY (ilk ürünler-1978) ve sonrasında Rıza ÇALIMBAY, Fikret DEMİRER, Sinan ENGİN, Kenan OKTAY, Burhan ERTÜRK, Tuğrul ÇAKIR, Gökhan KESKİN, Ali GÜLTİKEN, Feyyaz UÇAR, Metin UZUN, Sergen YALÇIN ve diğerleri…
*Milli Takım Oyuncularından bazıları: Ayhan AKMAN, Fatih TEKKE, Fatih AKYEL, Okan BURUK, Mustafa KOCABEY, Yıldıray BAŞTÜRK, Sergen YALÇIN, Emre AŞIK, Oktay DERELİOĞLU, Selçuk İNAN, Emre BELÖZOĞLU, Sabri SARIOĞLU, Semih ŞENTÜRK ve diğerleri…

Bu oyuncular, yazdığınız gibi, sadece kendine oynayan “küçük çalımcılar” değildi… Siz belki de onları hiç görmediniz…
Onların, genellikle, “O ana” verilen yaratıcı bir cevabı vardır. (OSHO)
TÜZÜN Oyuncuları doğru işi yapmanın, işi doğru yapmaktan daha önemli olduğunu da iyi öğrenmişlerdir. (3. UEFA Junioren Conferenz  18-22.02.1991 Wien)
Onlar kendi antrenman programlarını da kendileri yaparlar. Maçta “neyi neden yapamadık?” sorusunu da en doğru şekilde kendileri yanıtlarlar… Antrenman programı da budur zaten… 1975’ten beri…
Doğru karar frekansını arttırmak da önemlidir… Seçici dikkat (1991 Wien) yardımıyla “Küçük sinyaller”i iyi algılamaya çalışırlar. Yazdığınızın aksine “tutku” onlar için önemli değildir. Doğru karar, doğru algıya dayanır. Tutku varsa doğru algı yoktur.
Doğru uygulama yoksa doğru kararın anlamı yoktur. Bunun için TÜZÜN oyuncuları yeteneklerini “sonuç odaklı” olarak kullanmasını öğrenirler. (1991 Wien, Stratejik Düşünce)
Pas, pas vermek için verilmez. Çalım, çalım atmış olmak için atılmaz vd.  Çalım, pas, pas alış, top sürüş vb. gibi teknikler ayrı ayrı bölümler halinde öğretilmemelidir. (COERVER Metodu bunun için tekrar gözden geçirilmelidir.)

Oyuncuya çalımdan sonra ne yapacağının kararını çalımdan önce vermesini öğretmelisiniz… Beyin sıralamayı böyle yapmalıdır vb. vb.
Avrupa’da 20 yıldır her platformda Stratejik Düşünce’nin önemini meslektaşlarıma anlatmaya çalışıyorum. (1991 Wien) TÜZÜN Farkı oyunun daha akıllı oynanmasını sağlar. Bana ilk inananlardan biri olan BERT van LINGEN bunu çok çabuk kavramıştı. (1991 Wien) Gero BIZANS ise (1980 Almanya) Karar Oluşumu ve Doğru Karar’ın önemine ilk inananlardan biriydi.


Futbol daha iyi oynanabilir...
TÜZÜN Takımlarının ana amacı “Kollektif Zekâ”ya sahip olmaktır.
Önlerindeki en büyük engel, Avrupa’ya karşı duyulan aşağılık kompleksi idi… 400 yıldan beri… PsychoCybernetic yardımı ile bu engel aşıldı.
Özgüven, en önemli güç kaynağıydı. Sibernetik takımın doğru karar frekansını arttırdı… Kilit sözcük “Değişim”di. “Tekrar” taktik çalışmalardaki en tehlikeli sözcük idi. TÜZÜN Takımı maç konuşmalarında rakipten hiç söz edilmeyen dünyadaki tek takımdır. Biz hep kendi yapacaklarımızı konuşuruz… Bu proaktif yaklaşımın çok yararını gördük.
“Gol öncesi pozisyon” konseptimiz ile daha kolay gol attık, daha zor gol yedik.
NLP beynin her iki yarısını da kullanmakta bize faydalı oldu. Oyuncular kendi programladıkları antrenmanlarda “ortak zeka”yı geliştirip, insanlara hep daha iyi bir futbol göstermeye çalıştılar. Çünkü 125 milyar nöronu ile insanlar çok daha iyi futbol izlemeyi hak ediyorlar.

TÜZÜN Takımı’nın oyuncuları, yazdığınızın aksine, paslı oynamayı TV’den öğrenmediler. Onlar için pas, birlikte oynamanın, yani takım oyununun, paylaşılan zekânın vazgeçilmez unsuru idi...
Her teknik gibi (çalım, top sürüş, pas alış vb.) pas da amaca yönelik kullanıldı. Stratejik Düşünce gereği...
Oyunu dinlendirmek, rakip savunmanın açığını kollamak vb. durumlar dışında pas, pas vermiş olmak için verilmedi... (Hollanda’daki bazı teorisyenlerin yıllar sonra bu noktaya gelmeleri sevindirici...)
TÜZÜN Takımları, diğer teknikler gibi, pası akıllı kullandıkları için Türk Futbol Tarihi’nde ilk kez Avrupa Şampiyonu oldular... Bu şampiyonluk Türk Spor Tarihi’nde de (Takım Oyunları) ilk idi. Yani Türk voleybolcusu da basketçisi de Avrupa Şampiyonu olmanın hayal olmadığını görmüşlerdi... Kanlı canlı... (Bu arada basketçiler biraz abarttı... Nice abartmalar!..)

Bir maçta 3 kez oyun düzeni değiştirebilen Beşiktaş Genç Takımları, seyircinin, taraftarın umudu idi... Tam 14 yılbaşı önde gezen Beşiktaş taraftarının başını o çocuklar tekrar yukarı kaldırdı... Zaten bunun için, Profesyonel Takım’ın Lig maçından önce aynı sahada oynayan Beşiktaş Genç Takımı’nın izleyicisi Profesyonel Takım’ınkinden çoktu...
Dünyada bunun örneği yok...


Futbol daha iyi oynanabilir...

Şimdi bazı detaylar:

*ÇİM SAHALAR
Düzgün zemin verilen kararın uygulamasını (Teknik) kolaylaştırır. Ama bu her şey değildir. Önemli olan “Doğru Karar”dır. Yani Taktik… 1975’ten beri ısrarla vurguladığım konu…
Bu noktada zemin o kadar önemli değildir. Akıllı oyuncu, zaten sahaya, yani çevre şartlarına uyum sağlayacaktır. Akılsız olan ise, sağ kanattan yapılan ortayı arka direk’te takip etmek yerine soldaki taç çizgisi üzerinden seyredecektir. Pozisyonu tanımadığı için…
Saha balçık çamur olsa da uzaktan seyredecektir… Saha kadife gibi halı ile kaplı olsa da seyredecektir.
Tabii ki tesis önemlidir. Ama tesiste yapılan çalışma tesisin kendisinden çok daha önemlidir.
Çünkü golleri kapılar, pencereler, çim sulama tesisatları atmıyor.

*KÖKLÜ DEĞİŞİM
Köklü Değişim zamanla ve adım adım olur. Reform, ilk adımdır. Yüzeyseldir. Kozmetiktir. Kirli bir evin kapısının önünün temiz olması gibi…
Devrim ikinci adımdır. Derine iner, değiştirir ama ruha dokunamaz. Kirli evin misafir odasının temiz oluşu gibi.
Başkaldırı, isyan ise bir kişiyi bütünüyle değiştirebilmektir. Onun ruhuna dokunabilmektir…
Genç Milli Takım oyuncusu Mustafa KOCABEY’in “Artık maçlara yenik başlamayı unuttuk. Avrupalı’nın bizden fazlası yok.” diyerek (Cumhuriyet Dergi – 1993) arkadaşlarının duygularına tercüman olması da bundandır…
Aylık geliri 500 dolar civarında olan bir ailenin çocuğunun Beşiktaş ile 500.000 dolar eksiğine sözleşme yapması da bundandır…
Beşiktaş Profesyonel Takımı’nda yeni oynamaya başlayan Genç Takım oyuncusunun, yerini aldığı milyonlarca dolarlık Avrupalı oyuncudan daha iyi oynayabileceğine inancı, özgüveni de bundandır… vb. vb.
Köklü (radikal) Değişim için önce bir şeyler yüreğini yakacak… Bir şeylere isyan edeceksin…
Bizim isyanımız, Beşiktaş taraftarının uzun yıllar başı önde gezmesineydi… Tribünlerde söylenen ağıtlara idi… Türk Futbolu’nun o yıllardaki zavallılığına idi… “Şerefli yenilgi” demeçlerine idi…
Bir şeyler yüreğini yakmıyorsa hiçbir şeyi değiştiremezsin.

*SONUÇ TRANSFERİ
Psikolojide bu, “İyi olan bir durumu, gelecekte iyi olması istenen bir duruma bağlamak” şeklinde tanımlanır.
Genç Takım düzeyindeki iyi oyunlar ve iyi sonuçlar üst yaş gruplarına da yansıtılmalıdır.
Ümit Takım Genç Takım’ın sadece 1-2 yıl sonrasıdır. A Takım ise 3-4 yıl sonrası… Belki daha da erken.
Gençler düzeyinde karşımıza korkarak çıkan, bütün maçı reaktif bir anlayışla mahkûm oynayan rakipler, ilerideki yıllarda da bu tutumlarını sürdüreceklerdir…
Mustafa KOCABEY “Polonya’yı 3-0 yenmiştik. Hepsi yerlerde idi. Ağlıyorlardı… Hocamız ‘İyi bakın bu oyuncular seneye Ümit Takım, 2-3 sene sonra da A Takım olarak karşımıza çıkacaklar… Bu maçı hiç unutmayacaklar… Siz de ne kadar iyi oynadığınızı hatırlayacaksınız.’ dedi.” derken bunu söylüyordu. (Cumhuriyet Dergi - 1993)

*DUTCH VISION
Teorisi ile pratiği ile kıta Avrupası’nın bu önde gelen ülkesinde, belki bazı noktalar tekrar düşünülmelidir.
-Takımların en küçük yaştan Profesyonel Takım’a kadar aynı dizilişle, şablonla oynamaları sorun yaratabilir... Oyuncu farklı ülkelerde farklı Teknik Adamlar ile çalışırken zorluk çekebilir.
Çözüm esnek oyun anlayışındadır... Değişimdedir... Taktik çalışmalarda şablondan kaçmaktadır...
Beşiktaş’taki Genç Takım Oyuncuları esnek oyun anlayışları yardımı ile Miliç ile de başarılı oldular, Stankoviç ile de... Gordon’la da... Ki bu Teknik Adamların oyun anlayışları birbirlerinden çok farklı idi.
İşin özü, değişimi algılamaya hazır olmak ve O anı doğru algılamaktadır.
Almanya 2010 Dünya Kupası’nda iyi maçlar oynadı... Alman gibi oynamadıkları için... Kameraların yakın plan gösterdikleri Alman oyuncuların hepsinin gözleri etrafta idi... Yani değişimi gözlemesini öğrenmişlerdi. Aşırı taktik disiplini ve ezberi bırakmışlar, at gözlüğünü çıkarmışlardı... Langırt piyonları gibi oynamıyorlardı… Darısı İngiltere’nin başına...

-Topun Karşı Takıma Geçmesi (Transition)
Bu bir Ana Durum değildir. Ana Durumlar “Top Bizde” ve “Top Rakipte” ise topun karşı takıma geçmesi bu durumu değiştirmeyecektir.
Bir elektrik ampulü düğmeye basınca yanar, düğmeye basınca söner... Ana Durumlar ampulün Yanması-Sönmesi’dir. Düğmeye basmak bir Ana Durum değildir...
Tabii ki topun kazanılış-kaybediliş anı çok önemlidir. Paradigma tamamen değişmiştir. En kısa zamanda yeni Durum’u algılamak ve gerekeni yapmak lazımdır. (1x1, 2x2 ve diğerleri yararlı çalışmalardır.) Ancak 2 Ana Durum hala aynıdır... Değişmemiştir.
Oysa TÜZÜN 3. Durum Konsepti tamamen farklıdır. Bu konsepte göre 3 Ana Durum “Top Bizde”, “Top Rakipte” ve “Top Hiç kimsede” olarak ayrılır...
Topun Hiç kimsede olduğu (havada uçan, yerde yuvarlanan, kimsenin sahip olmadığı toplar) Durum’un bilincinde olan takım büyük avantaj sağlar.
Top Bizde iken amaç Gol Atmak’tır. Top Rakipte iken amaç Gol Yememek’tir... Top Hiç kimsede iken ise amaç rakipten önce topa dokunmaktır.  (1991 Wien) 3.Durum konseptine sahip atak oyuncusu golü atar, 3.Durum bilincine sahip savunma oyuncusu golü önler.
Bütün bunlar öğretilebilir, öğrenilebilir...

- İyi gençler, iyi gençlerle beraber, iyi genç oyunculara karşı oynamalıdır.
Benim düşüncem ise biraz farklı:
İyi genç oyuncular, iyi genç oyuncularla birlikte tecrübeli oyunculara karşı oynamalıdırlar.
Çünkü genç oyuncu yetiştirmekte kilit sözcük “tecrübe”dir.
Yetenekli gençlerin beyninde bir pozisyondan 50 örnek varsa, tecrübeli oyuncularda bunun 50-100 misli vardır.
Aradaki tecrübe farkı özel bazı çalışmalarla kapatılabilir.
Bu açıdan bakıldığında rezerve takım ligi yararlı değildir.
Dünya okyanuslarına hükmedecek, balinalara, köpek balıklarına karşı koyacak balıkları akvaryumda yetiştiremeyiz.
Rezerve lig, akvaryumdur. Yapaydır.
Okyanus ise profesyonel liglerdir. Gerçektir.

Futbol daha iyi oynanabilir...

Günümüz futbolundan bazı trajikomik kesitler

* ÇİZGİ SAVUNMA
Her işte olduğu gibi maçta da Doğru Karar önemlidir. Bu bir Dikkat, Seçici Dikkat işidir... Öncelik, yani tehlike, topa sahip oyuncu ile ondan topu alabilecek rakiplerdedir... Onlara dikkat edilmelidir. Sağındaki solundaki takım arkadaşlarına değil!

*OFSAYT TAKTİĞİ
Akılsızlık Ötesi bu uygulama pek çok golün yenmesine neden oluyor. Oysa topa sahip takım Proaktif durumdadır. Ne olacağını onlar belirler. Ofsayt yapmaya çalışanlar ise reaktif durumdadırlar. Kaybetmeye mahkûmdurlar. Bu Rus Ruleti gibi bir şeydir.
“Ofsayta Karşı Oyun” konseptine sahip bir takım, rakibinin Gol Daveti’ni sevinçle kabul eder...

*İSTATİSTİKLER
İstatistikçilere göre, Küçük Yalan ve Büyük Yalan’dan sonra istatistikler geliyor!..
Sorular doğru sorulmalı...
Topa sahip olma oranı pek çok saf insanı yanıltabilir. Sadece %30 Topa Sahip Olma Oranı ile oynadığınız bir maçı 7-0 kazanabilirsiniz...
Karşı Atak’ı iyi çalışmışsanız...
Yani TV her zaman “Pas” gibi doğruları (?!) değil, yanlışı da öğretir...
Topa ne kadar sahip olduğunuz hiç önemli değildir. Önemli olan, topa sahipken ne yaptığınız ve ne yapmadığınızdır... Topa sahip değilken ne yaptığınız ve ne yapamadığınızdır...
Gerisi hikâyedir…

*ENSE SAVUNMASI
Bazı savunma oyuncuları yanı sıra, Terry bile zaman zaman sırtını topa dönüp rakip oyuncuyu marke ediyor... Ensesinde gözü olmadığı için topu görmüyor. Rakibin hareketine tepki verecek... Yani hep geç kalacak...

*ORTAYA İZİN
Gol Öncesi Pozisyon konseptinden habersiz pek çok savunma oyuncusu Orta’ya izin veriyor. Üst düzey takımlarda bile bu hata görülüyor.
Oysa Gol Pozisyonları’nı doğuran Gol Öncesi Pozisyonlar’dır...
Bütün bunlar öğrenilebilir... Öğretilebilir...

*DURAN TOP KARGAŞASI
Bugünkü Duran Top Uygulaması çok ilkeldir. Yaklaşık 7000 m²lik alanı 20 oyuncu (kaleci hariç) kontrol ederken, yani 1 oyuncuya normalde 350 m²lik alan düşerken, 500 m²lik ceza alanı yaklaşık 16-17 oyuncu ile dolacak... Top içeri sert vurulacak... Bir oyuncunun saçına değecek ya da değmeyecek... Gol olacak ya da olmayacak...
Futbol bu kadar ucuz mu?
Beyin nerede? Doğru Karar nerede? Zeka nerede? Paylaşılan Zeka nerede?
Evet, futbol bu kadar ucuz...


Futbol daha iyi oynanabilir...

SONUÇ

Hiddink akıllı bir Teknik Adam ve zeki bir gözlemci olarak Rus, Güney Koreli ve Avustralyalı oyuncuları oldukları gibi kabul etti...
Onlara, alışkanlıklarına, futbol anlayışlarına, yaşam tarzlarına saygı göstererek iyi takımlar kurdu... Ve bu takımlarla, kısa zamanlarda, daha önce elde edilmemiş başarılar kazandı. Herhalde, hafif dokunuşlarla... Fazla detaya girmeden... Gerçekçi olarak...
Bu başarılar Hiddink’in pratik zekâsını gösterdiği gibi, futbolda daha gidilecek çok yol olduğunu da gösteriyor...
Öte yandan, Rehhagel ise Yunanistan örneği ile Avrupa’da daha 15-20 takımın da günün birinde Avrupa Şampiyonu olabileceğini kanıtladı... Her ne kadar başarı sürdürülebilir olmasa da…
Ancak S.PIONTEK ve Danimarka, en çarpıcı örnek olarak, bir takımın hiç hazırlık yapmadan (belki bir antrenman bile yapmadan!) Avrupa Şampiyonu olabileceğini göstermişti...
Avrupa bu... Futbol da bu...
Türkiye gerçeğinin farklı bir yüzünü size atabildim, umarım...
Dünya Futbolu’nun geleceği ise Stratejik Düşünce’de ve Zekâ’da...
Zeki futbol sanatkârları, 125 milyar nöronu ile daha iyi futbol izlemek isteyen insanlara istediklerini verecek... Buna inanıyorum...

Saygılarımla...
Hamdi Serpil TÜZÜN
Türk Futbolu’nun Persona Non Grata’sı

NOT: Belki şu sıralarda, Olimpiyat Mottosu’nu da “Citius, Altius, Fortius, Intellegentius” olarak değiştirmenin zamanı gelmiştir. (Yıllar önce bir gazetede yazdığım gibi...)


UEFA 3. Junioren Konferenz Wien, 1991




Kasım- Aralık 2010 tarihli SERENCEBEY’de yayımlanan yazıda yukardaki toplantı sık sık referans verilmişti. Şimdi biraz ayrıntı... Viyana’da 18-22 Şubat 1991’de yapılan bu UEFA toplantısına, Türkiye F.F. adına Sn. Süheyl ÖNEN’le birlikte katılmıştık. Konu gençler idi. Gençlere futbol öğretimi, eğitimi... Toplantının değerlendirme bölümünde yaptığım konuşma dikkat çekmişti. Hollanda F. Federasyonu’nun (KNVB) önemli isimlerinden Bert van LINGEN, daha konuşma sırasında yolladığı not ile beni desteklediğini yazmıştı.

Özetle, söylediğim şu idi:
Biz burada 3 gün içinde, özellikle bazı fizik kalitelerin geliştirilmesi üzerine önemli bilgiler edindik.Teşekkürler. Ama ben buraya başka şeyler de duymak için gelmiştim. Özellikle taktik ile ilgili... Yani, karar oluşumu... Doğru karar... Karar frekansının arttırılması vs... En önemlisi Stratejik Düşünce’nin futbola uyarlanması... Bütün bunları konuşmacılara ve katılımcılara tane tane anlattım. Özetle... Bazen de örneklerle, ayrıntılı… Arada verilen çay molasında, hemen hemen bütün katılımcıların ve bazı konuşmacıların kutlamaları beni de Sn.Süheyl ÖNEN’i de sevindirmişti. İnsanlar değişime, farklı düşünceye aç idi. İstekleri üzerine, bu konuşmayı genişletilmiş olarak UEFA’ya yolladım. Aldıklarını, teşekkürleri ile birlikte teyit etmişlerdi. İşte o düşünceler... Bunların çoğu Futbol Dünyası’nda ilk defa söyleniyor, ilk defa duyuluyordu...

TAKTİK ÇALIŞMALARLA İLGİLİ BAZI DÜŞÜNCELER
Uyarı Kaynaklarına Dayanan Futbol Antrenmanları
Şimdiye kadar Genç Takım antrenmanları genellikle fizik ve teknik ağırlıklı olarak yapılırdı.
Tabii ki fizik ve teknik önemli ve gerekli unsurlar. Çünkü, oyuncunun maçta verdiği kararın uygulanması ancak teknik (Topa vurmak veya kontrol etmek...top sürmek vb.) ve/veya Fizik (sahada değişik tempo ile yer değiştirmek vb.) yardımı ile gerçekleştirilebilirdi... Peki “karar”ın kendisi nerededir?... Karar yanlışsa herşey yanlış olacaktır... Belki de “doğru” ları hep “yanlış” yerlerde aradık... Duran toplar, Pozisyon Taktikleri ve bazı (4-4-2, 3-5-2, 3-6-1 vb.) katı ezber uygulamaları için yapılan standart taktik çalışmalarının, merkezi sinir sistemi fonksiyonu olan “karar verme” ile fazla bir ilgisi yoktur. Karar verme’nin önemi belki son 2-3 yılda biraz anlaşılmış olabilir.  Ama, bir futbol maçındaki doğru kararların nasıl geliştirileceği konusunda hala yapılacak çok iş vardır. Doğru Karar’lar doğru bilgiye dayanır. Bu algıyla ilgilidir. Algı ise “dikkat” ve ötesinde “seçici dikkat” ile ilgilidir. Bütün bunlar öğretilebilir. Uyarı Kaynaklı Taktik Antrenmanlar doğru karar oranını arttırır...

Bir maçta başlıca 4 uyarı kaynağı vardır:
Top
Takım arkadaşları
Rakipler
Sahanın çizgileri (oyuncunun sahadaki konumu)

Seçici Dikkat’in öneminin farkında olan bir oyuncu, öncelikleri doğru belirleyerek durumu (“o anı”) doğru algılar. Futbolcu, algı doğru ise, futbol bilgisinin (Taktik antrenmanlarda öğrendikleri,  deneyimleri, takımın ortak değerleri vb.) yardımı ile Doğru Karar’ı verir...
Bazı dış ve iç uyarılar (proprioceptive) bu kararı bir ölçüde etkilese bile...
Bir örnek: Kanattan gelen bir topu tutan kaleci (daha önce öğretildiği gibi) ters kanada değil en ileriye bakmalıdır.  Karşı atak başlatmak için...

STRATEJİK DÜŞÜNCE
Oyundaki bütün kararları futbolcular verir. Biz antrenörler katalizör görevi görürüz… Oyuncularımıza sadece yardım edebiliriz. Maçta kendilerini daha etkili ifade edebilsinler diye. Oyuncularımız Stratejik düşünmesini öğrenebilmişlerse, oyundaki problemleri daha kolay, daha çabuk (ve daha doğru) çözebileceklerdir.

Stratejik Düşünce’nin bazı önemli unsurları şöyle sıralanabilir (COPE):
İşleri doğru yapmak     yerine               Doğru işi yapmak 
Durağanlık                   yerine               Değişim odaklı olmak
Nasıl                            yerine               Ne ve nerede
Araçlar            yerine               Amaçlar
Ezber                           yerine               Vizyon
Reaktif                         yerine               Proaktif
Etkinlikte bulunmak      yerine               Etkili olmak
Bilim                            yerine               Sanat *

Maç sırasında verilen bütün kararlar ve yapılan uygulamalar sonuç (amaç) odaklı olmalıdır.

Peki hedeflenen amaçlar nelerdir?
Maçtaki 3 (2 değil) durum şunlardır:

Kimsenin topa sahip olmadığı durum (Boştaki Top)
Amaç: Topa ilk ulaşan olup topa sahip olmak **

Topun bizde olduğu durum
Amaç: Gol atmak (çabuk ve kolayca)

Topun rakipte olduğu durum
Amaç: Rakibin gol atmasını engellemek, topu geri almak.

Statejik Düşünce’den bazı örnekler:
Kanat Savunması
Maç sırasında yapılan ortalar ve “kanat atakları” hakkında pekçok şey söylenmiştir. Peki ya “kanat savunması”? Kanatlardan yapılan ortaların çoğu gol olmaktadır. Birçok savunma oyuncusu karşı takımın oyuncularının orta yapmalarına izin vermektedir çünkü kafalarında genelde çalım yememek ve rakibin çizgiye inmesini ya da top sürerek ceza alanına girmesini önlemek vardır. Bu yeterli değildir. Ne yazık ki bu “yetersiz kararların” örneklerini Avrupa’nın kalburüstü takımlarının oynadığı birçok maçta görmekteyiz. İyi tanınan pekçok savunma oyuncusu ortaların yapılmasını engellemeye yeteri kadar çalışmamaktadır.***
Tabi ki bir savunma oyuncusu kademeyi, derinliği, topla kale arasına girmeyi, zamanlamayı, markajı, rakibe olan açı ve mesafeyi vs. bilmelidir ama stratejik bakış açısından bilmesi gereken en önemli şey rakibin orta yapmasına ya da topu tehlikeli bölgemize (ceza alanı içi veya civarı) göndermesine izin vermemesi gerektiğidir. Gerisi hikayedir…

Pas yerine şut
Şut atabileceği iyi bir pozisyondaki forvet oyuncusu eğer pas vermeyi tercih ederse, verdiği pas mükemmel de olsa bir anlamı yoktur çünkü stratejik bakış açısıyla değerlendirildiğinde kararı tamamen yanlıştır.

Maçı kontrol etme
Proaktif bir takım reaktif oynayan bir takım karşısında oyunu kolaylıkla kontrolü altına alarak oyun hakimiyetini eline geçirebilir.

“Boştaki top” durumunun önemi
Bu oyundaki en önemli durumdur çünkü diğer iki temel durumun kaynağıdır. ****

“Boştaki Top” kavramının öneminin farkında olan takım kolayca oyun hakimiyetini sağlar. “Ceza sahasında”ki ya da bu bölgenin yakınındaki “boş toplar” maçlarının sonuçlarını belirleyici önemdedirler. Benim teknik sorumluluğum altındaki takımlar ( Türkiye Genç Milli Takımları ve Beşiktaş Futbol Kulübü Genç Takımları) aşağıdaki “Boştaki Top” durumları için çalıştırılıyorlar:
Bir orta yapıldığında,
Bir şut atıldığında,
Kısa ya da uzun paslar verildiğinde,
Top kontrolu, dönüşler, top sürme, çalım atma, ikili mücadele vs. esnasındaki kritik anlar

Bilimden daha fazla yardım
Şimdiye kadar bilimden genelde oyunun fizik ve teknik ile ilgili alanlarında faydalanıldı. Tabii ki tüm bu çabalar takdir edilmeli. Ama biz antrenörler bilimden – özellikle öğrenme ve karar verme süreçlerinde- daha fazla yardım bekliyoruz. Bu vesileyle takımlarımızın öğretim-eğitimlerinde faydalandığımız bazı uygulamalar:
Psikosibernetik oyuncudan daha fazla verim almamızı sağlıyor (daha iyi bir öz-imaj, yoğun deneyim). Sinerjetik çalışma küçük grupların etkinliğini arttırıyor. Network- Holon vizyonu anlayışı yardımıyla yapılan bazı çalışmalar oyuncu ve takımın verimini yükseltiyor. Diğer bir yandan, Simulasyon Çalışmaları birçok oyuncuya doğru karar verme konusunda yardımcı olabilir. Ne yazık ki Türkiye’de Simulasyon Çalışmaları için tesis ve donanım yok. Bu sistemle ilgili düşüncem şudur: Oyuncular, değişen uyarılara karşı tepkilerini düğmeye basarak değil, daha gerçekçi (yani maçtakine daha benzer) bir biçimde verebilirlerse, sistem daha etkili olabilir.

Gelecek
1991’deki 3. Gençlik Konferansı sırasında “gelecek” kelimesini pekçok defa kullandık. 3 gün boyunca, “geleceği kontrol etmek” ten, “geleceği şekillendirmek”ten, “geleceği yaratmak”tan sık sık bahsettik.

“Geleceğin” kendisi hakkında birkaç söz:
“Gelecek çalışmaları insan doğası, tecrübesi ve bilgisinin disiplinlerarası bakış açısıyla  metodolojik, sistematik ve eleştirel bir şekilde incelenmesidir. Temel amacı, insanlığın halihazırda sahip olduğu ve geliştirebileceği alternatif  gelecekleri tahmin etme ve etkileme yetilerini geliştirmektir” (R.BAKER).
Eğer geleceği şekillendireceksek çevrenin farkında olmalıyız. Orada ne olup bittiğini bilmeliyiz. Bu çevre taramasıdır. Değişikliklere dikkat etmeliyiz.

WILSON’a göre değişimin 4 temel kaynağı vardır:
Sosyodemografik ( Birleşmiş Almanya, Prestroyka vs.)
Teknolojik ( Medya Sistemleri, bilgisayar gelişimi)
Ekonomik (Avrupa Topluluğu 1992, petrol fiyatları vs.)
Politik (Körfez Savaşı, savaş sonrası politikalar vs.)

Diğer taraftan, tarihçi F.BRAUDEL’a göre değişimler 3 seviyede gerçekleşir:
Yüzeydeki Değişimler (hergün gazetelerde okuduklarımız)
Fikir Değişimleri (çocukların futbol yerine tenisi tercih etmeleri vb. gibi fikirlerdeki değişimler)
Yapısal Değişimler (Mega trendler- 3 kutuplu dünya – ya da yalnızca bir kutuplu dünya?)

WILSON-BRAUDEL karma sistemi bizim için önemli bir kaynaktır. Eğer bu kaynağı kullanabilecek donanıma sahipsek futbolun geleceğini şekillendirmek için daha avantajlı bir konumda olabiliriz. Unutmamalıyız ki, birbirine bağımlılığın geçerli olduğu küresel bir dünyada yaşıyoruz. B. HUGHES’un dediği gibi “herşey diğer herşeye bağlıdır”. “Gerçekliğin bütününün tüm parçaları birbirine bağımlı ve bağlıdır (hücre, atom, DNA, hologram). Gerçeklik holistiktir”. Herşey çok hızlı bir şekilde değişmekte. Yakın gelecekte değişimin hızı artacak. Biz de bazı değişimler – daha iyi futbol – için hazır olmalıyız.

Sonuç
Vurgulamak istediğim en önemli nokta genç oyunculara zihinlerini doğru bir şekilde kullanmayı öğretmemiz gerektiğidir. Hava alanının bir köşesinde depo olarak kullanılan bir Airbus 310’u düşünün. Oysa, bir uçağın asıl işlevi farklı bir şey olmalıdır... Beyinler tekrarlanan alıştırmalardan edinilen bilgilerin istiflendiği depolar olarak kullanılmamalıdırlar.
Bu bakış açısıyla, “tekrar” taktik çalışmalar için tehlikeli bir sözcüktür. Statiktir. (Değişmeyen) bir çevre demektir.  Genç (ve her yaştan) oyunculara kazandırmamız gereken “sürekli değişim içinde olan çevre” farkındalığıdır. Çevrelerindeki değişimin şekillendirdği dinamik platformu algılayıp ona göre karar verip harekete geçmelidir oyuncular.
Beyinlerini yeteri kadar kullanmayan oyunculara UMO (Unidentified Moving Objects- Hareket halindeki tanımlanamayan cisimler) diyorum. Milyarlarca nöronlararası bağlantıya sahip insanlar daha heyecanlı ve yaratıcı futbol izlemeyi hakediyor. Hiçbirzaman geleceğin bizim işimiz olduğunu unutmadan onlara istediklerini vermek için elimizden geleni yapalım.

Not
İlgililerin dikkatine: Bu özgün düşüncelerden alıntı yapılacaksa lütfen kaynak gösterilsin. Aksi halde “alıntı” değil “çalıntı” oluyor.

Dipnotlar...
* Aslında bilim ve sanat çok güzel gitti. Psikoloji, pedagoji, sibernetik, psiko-sibernetik, gelecekbilim zaman zaman çok işe yaradı. Futbolcunun sanatkar olanı ise bir başka… Bir Messi’nin şut arayışında ve vuruşunda, bir Mesut ÖZİL’in gol yardımında (asist) bir Arda’nın adam geçişinde veya paylaşılan zeka sonucu atılan bir karşı atak golünde Picasso, Osman Hamdi Bey ya da Mozart, Fazıl Say, O’Gehry’nin zekası, yaratıcılığı ve estetiği görülebiliyorsa, “Bilim yerine Sanat” ifadesi “Zanaat yerine Sanat” olarak değişmelidir. 
Bilim ise zaten her zaman akıl ile birlikte öncülüğünü sürdürecektir.

** Kısa zaman içinde, bu düşüncemin “Topa sahip olmak” bölümünü değiştirdim. Çünkü topa sahip olmaya çalışmanın riski büyüktü. Topa ilk dokunmak yeterli idi. Hücum oyuncumuz topa ilk dokunabiliyorsa golü atarız. Savunma oyuncumuz topa ilk dokunabiliyorsa golü önleriz. Bu kadar basit.

*** Gol Öncesi Pozisyon konseptinin ilk düşünce kırıntıları bunlar idi. Kısa bir zaman içinde düşünce olgunlaştı ve uygulamada çok yarar sağladık. Artık öyle kolay ve basit gol yemiyorduk. Çünkü oyuncular Gol Pozisyonuna gösterdikleri dikkatin daha fazlasını Gol Öncesi Pozisyona gösteriyorlardı. Bu konuda UEFT (Avrupa Antrenörler Birliği) – 1993 Kuşadası toplantısında yaptığımız pratik çalışma ve kaset destekli sunumlar da büyük ilgi çekmişti.

**** Bu düşünce yanı sıra Proaktif anlayışımız yardımıyla oyunu hep biz kontrol ettik. Rakipler karşımızda aciz kalıyorlardı. Türk Futboluna ilk Avrupa Şampiyonlukları işte böyle geldi. Türk Futbolu’nda bir dönem böyle bitti. Yeni bir dönem böyle başladı.

Tecrübe nedir, ne değildir?



Dünya denizlerinde hükmetmesini istediğiniz balıkları akvaryumda yetiştiremezsiniz. Çünkü akvaryum başkadır, okyanus başkadır. Okyanuslarda, yani profesyonel liglerde yaşam daha gerçektir. Gerilim yüksektir.

Bazı arkadaşlardan öğrendiğim kadarı ile SERENCEBEY’de (Kasım-Aralık 2010) yayımlanan yazımda tam anlaşılamayan bazı noktalar olmuş… Konuyu biraz daha açayım;
Hollanda Futbol Federasyonu (KNVB) Eğitim Bölümü’nün Genç Takımlar ile ilgili görüşlerinden biri şöyledir; “En iyi oyuncular en iyilerle birlikte en iyilere karşı oynasınlar.”
Bu yaklaşımda önemli bir eksik vardır. Bence, doğrusu şöyle olmalıdır: “En iyi oyuncular, en iyilerle birlikte en iyilerin tecrübelilerine karşı oynamalıdır.” Bu siyahla beyaz kadar farklı bir yaklaşımdır. Ama çok daha doğrudur. Bunu bana tecrübelerim öğretti!..

Öğreniyor, öğreniyor, öğreniyor... Ne zaman bilecek?
“Tecrübeden tecrübeye fark var. Tecrübenin makbul olanı, ders alınanı… İşe yarayanı…”
İsmet İNÖNÜ başarısının sırrını, aynı hatayı iki kere yapmamaya bağlarken bunu kastediyordu herhalde… Bir Grek filozof (değilse mutlaka bir Çinlidir!) “Ne zaman bilecek…” diye yakınırken, ot gelip ot gidenlerden, yıllar boyu bir arpa boyu gelişmeyenlerden şikayet ediyordu mutlaka… Tecrübe var, tecrübe var… Tekdüz takımlarının 40’lık 50’lik ama futbolu çenelerine vurmuş oyuncuları da tecrübeli. Halı sahaların 80-90 kiloluk U45, U50 oyuncuları da tecrübeli. Tıpkı 8-10 yıl öncesine kadar Fil Mezarlığı olarak nitelenen Kuveyt, Katar vb. liglerinin çoğu oyuncusu gibi…
Öte yandan ise İyi’nin, Usta’nın tecrübelisi var. Şu kısa hikayede Picasso’nun anlattığı gibi:
Üstad son yıllarında köyüne çekilmiştir, orada çalışır. Zaman zaman da ziyaretçi kabul eder…
Böyle bir ziyarette bir turist hanım kendisinden bir eskiz rica eder. “Tabii” der Picasso. Çizer… Ücretini de 150 dolar olarak belirler…  Hanımın “ama 5 dakika için biraz çok değil mi” sorusunu şöyle yanıtlar: “Hayır madam, 5 dakika değil… 82 yıl artı 5 dakika.” Sözünü ettiğim tecrübe böyle bir şey işte…

Ustalar ve Çıraklar
Ben bunu rahmetli Yusuf Hoca’nın (TUNALIOĞLU) bıçak gibi genç savunma oyuncularını bir göz vücut hareketi ile bakkala yolladığı zaman gördüm. Ben bunu Genç Milli Takımlar’dan yardımcılarım Erdal KESER, rahmetli Bora ÖZTÜRK’ün 17-18 yaşlarındaki fırtına gibi Genç Milli Takım savunma oyuncularını kolayca çırak çıkarttıkları zaman da yaşadım… Yardımcı Necati Hoca’nın (ÖZÇAĞLAYAN) en iyi Genç Milli Takım atak oyuncularımıza top göstermediğine de şahit oldum… Çünkü onlar durumları iyi tanıyorlardı. Aynı pozisyonu yüzlerce kez yaşamış, gerekeni yapmışlardı… Zavallı genç oyuncular ise etrafta olanı biteni çabuk ve doğru algılayamıyorlardı. Çünkü o pozisyonları fazla yaşamamışlardı.. “O an”ı tanıyamıyorlardı… Acemi kalıyorlardı… Ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar… Oysa yaşıtları ile oynarken, hayat onlar için çok kolaydı…
Ne yazık ki gerçek bu değildi… Ortam yapaydı. Karşılarında “iyi”ler vardı ama “iyilerin tecrübelisi” yoktu. Akademi Ligi, A2 Ligi ve benzeri liglerde bulunmayan işte budur…

Akvaryum Ligi
Dünya denizlerinde hükmetmesini istediğiniz balıkları akvaryumda yetiştiremezsiniz.
Çünkü akvaryum başkadır, okyanus başkadır… Balina, köpek balığı ve benzerleri başkadır, cicili bicili akvaryum balıkları başkadır… Okyanuslarda, yani Profesyonel Lig’lerde yaşam daha gerçektir. Gerilim yüksektir. Amaç, yani hayatta kalabilmek çok zordur. Adeta ölüm kalım meselesi… Oysa akvaryumlar, yani Akademi, A2 vd. Ligleri çok daha rahattır. Gerilimi azdır. (Geçenlerde 15-16 yaş rakip oyuncuları sopalarla dövenleri istisna olarak alıyorum. Burada insanlardan konuşuyoruz…) Bu lay lay lom liglerinde amaç da ona göredir. Yaşam çok daha kolaydır. Hayatta kalmak garantidir. Tehlike azdır… Çünkü karşıda yeterince zorlama yoktur. Püf nokta budur… Balinalar, köpek balıkları hepsi öteki taraftadır. Okyanuslarda, yani Profesyonel Lig’lerde… Yıllar boyu o liglerde pişmiş 25-30 hatta daha ileri yaşlardaki atak oyuncuları, savunma oyuncuları da balinalardır, köpek balıklarıdır…
İşte 17-18 yaşlarındaki genç oyuncuyu yükseldiği Profesyonel Takım’da ya da A Milli Takım’da bekleyen budur. Yaşamın gerçeği olarak…

İşte bunun için...
TÜZÜN Metodu’nda 9-10 yaşlarında başlayan öğretim-eğitim 16-17 yaşlarında sona erecek şekilde planlanır. Sisteme sonradan katılanlar yoğun deneyim programları ile grup seviyesine ulaşmaya çalışır. Oyuncular geleceğin futbolu, geleceğin dünyası için bilgilenir, donatılmaya çalışılır. Yani 8-10 yıl sonrası için… Farklı hazırlandıklarının bilincinde olarak. BJK Profesyonel Takımı’nda yerini alacakları milyonluk ve çoğu yabancı oyunculardan hiç eksikleri olmadığının inancı, bilinci ve özgüveni ile… Ziya DOĞAN, Rıza ÇALIMBAY, Fikret DEMİRER’den Feyyaz UÇAR, Ali GÜLTİKEN, Sergen YALÇIN’a vd. kadar…
Hepsi de okyanuslara çok yakışıyorlardı… Hiç yadırgamadılar… Tıpkı Milli Takım’larda görev yapan genç oyuncular gibi… Fatih TEKKE, Emre AŞIK, Sergen YALÇIN, Okan BURUK, Mustafa KOCABEY’den, Oktay DERELİOĞLU, Ayhan AKMAN, Emre BELÖZOĞLU, Sabri SARIALİOĞLU, Selçuk İNAN’a vd. kadar… Dünyadaki hiçbir güç onları inandıramazdı ki Avrupalı onlardan daha iyidir… Türk Futbolu’nda “siyah”, işte böyle “beyaz” yapıldı…

Çözüm
A2 Ligi yerine Profesyonel Lig’de oynayan bir A2 Takımı olabilir… Bu, bazı A2 oyuncuları ile desteklenmiş bir Profesyonel “Kardeş Takım” da olabilir, kiralama da… Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor gibi üst düzey takımların oyuncuları için aranması ve ulaşılması gerekli seviye Bank Asya Ligi’nin orta sıraları olabilir… Ancak o zaman bir A2 oyuncusunun yükseldiği A Takım’ı eskisinden daha iyi yapması mümkün olacaktır.
Daha 16-17 yaşlarından iken bir oyuncunun doğrudan A Takım’da oynaması ve katkı verebilmesi ise harika bir olaydır…

Savunmada hayati hata; Ortaya izin
Geçen gün Bobo’nun Trabzonspor’a attığı kafa golünde, Kanat Savunması’nın önemine bir kere daha şahit olduk… Kanat Atakları çok konuşulur ama Kanat Savunması hep unutulur… Arsenal’dan Real Madrid’e, Barcelona’ya kadar dünyanın en iyi, en pahalı takımlarında bile… TV’de her hafta, gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da leblebi gibi yenen golleri gördükçe, futbolda daha gidilecek çok yol olduğu anlaşılıyor… Acaba maçlarda fazla gol olsun diye mi ortalara bu kadar fazla izin veriliyor?!
***
Bütün beklerin aklı fikri çalım yememekte, rakibin top ile ceza alanına girmesini engellemekte… Ortanın yapılıp, yapılmaması onları fazla ilgilendirmiyor, orta sonucu yenen goller de!.. Bu gevşek savunmacıların en önde gideni Roberto Carlos idi... Orta yapılırken bazen topa sırtını dönüyordu… 11-12 yaşında, futbola yeni başlamış çocuklar gibi… Pek çok pozisyonda, bırakın ortanın yapılacağı yerde olmayı, TV ekranında bile görünmüyordu… Yani “Hayati Tehlike”nin, olması gereken yerin 40-50 metre uzağında!.. Genç futbolcu adaylarına bu sakıncalı(!) kasetleri göstermemek lazım… “Yanlış”ı öğrenmesinler diye… Gerek uluslararası, gerek ulusal her platformda 20 yıldır ilgili olanlara işin doğrusunu anlatmaya çalışıyorum… Kuşadası-1993 UEFT (Avrupa Antrenörler Birliği) Toplantısı’nda yaptığım kaset destekli sunumlar büyük ilgi görmüştü. “3.Durum Konsepti”nin yanı sıra ortalara verilen izin sonucu yenilen tonla golü insanlar tane tane görmüşlerdi. Ama değişen fazla bir şey olmadı… Sahalarda eski tas eski hamam devam etti… Ediyor… En üst düzey Avrupa maçları dahil, kanat atağı sonucu yapılan her 10 ortanın 7-8’inde oyuncular orta yaptırmamak için yeterli çabayı göstermiyor. Çaba gösterir gibi yapanların çoğu da yalandan ve göstermelik… Maç analizlerinde ne zaman ki o kanattan “YENEN” ortaya verilen önem, o kanattan yapılan bindirmelerin önüne geçer, işte o zaman bu iş düzelir… Bütün bunlar bir Görev Tanımı, bir Dikkat Yoğunluğu, bir Konsantrasyon işidir… Oyunculara Kanat Savunması’nın ne olduğunu ve önemini Stratejik açıdan sunabilme işidir. Gerisi hikayedir…
***
Laf lafı açar. Fikir fikiri doğurur, geliştirir. Her yenilik bir ihtiyaçtan doğar… “Ortaya izin vermemek” TÜZÜN Gol Öncesi Pozisyon Konsepti’nin olmazsa olmazı idi. Gol Öncesi Pozisyon Anlayışı ise yaşamsal önemde idi… Çünkü Gol Öncesi Pozisyonları oradan doğuyordu… Goller de sonucu belirliyordu… Yani bütün emekleri…
***
Oyuncularımızın genel fizik yapısı uzun boylu rakipler karşısında hava toplarında bizi zorluyordu… O zaman “bari ortalar önleyelim” demiştim. Çok faydasını gördük…
Çünkü oyuncular, Doğru İş’i yani ortaya izin vermemeyi tam bir konsantrasyon ile yapmaya çalışıyorlardı… Bu düşünceye ulaşamayan tüm rakipler karşısında da kanatları oldukça etkili kullanmıştık… Tabii bu farklı yaklaşım sadece “orta” ile sınırlı kalmamalı… Bir “pas alış”, bir “derin koşu” bir “derin pas”, “çalım”, “top sürüş” vd. aynı ölçüde yaşamsal öneme sahipti… Belki bunu bir başka zaman anlatırım…

Serencebey 52. Sayı www.serencebey.com
Özkaynak Düzeni ve Beşiktaş’taki başarılar


Umarım bundan böyle Beşiktaş Tarihi daha doğru yazılır… Bilinir… Daha dürüst anlaşılır… Neyin ne, kimin de kim olduğunun daha iyi farkına varılır…
Son 35 yılın Beşiktaş Tarihi’nin doğru bilinmesi ve yazılması için, 1.elden, bazı kısa notlar:
1975 yılında durum pek iyi değildi… Takım 1967’den sonra şampiyonluktan hep uzak kalmıştı… Çözüm, eskiden olduğu gibi (Şenol-Birol..., Yusuf Sanlı…) gene gençlerde arandı…
BAŞARI -1
Mehmet ÜSTÜNKAYA Yönetimi kesin kararını verdi. Genç Takımların (o zamanki adı ile “Futbol Okulu”) başına Refik ÖZVARDAR getirildi… (1975)
BAŞARI -2
Mehmet ÜSTÜNKAYA Yönetimi, ilk tecrübe olumlu olmasa bile “Gençlere önem verme” kararında direndi… Bu çok önemli bir karardı…
Genç Takımlar’ın başına beni getirdiler. (Ekim 1975) Zamanın Genel Sekreteri Cengiz KAP’ın da desteği ile. Faruk PALA ve Sami ALBAYRAK da gençlerle ilgili yöneticiler idi…
Koyduğum hedefler pek çok kişi için inanılır gibi değildi…
a-      “Yetiştirilecek genç oyuncuların katkısı ile Profesyonel Takımı eski gücüne kavuşturmak”…
b-      “Bu girişim ile diğer takımlara da örnek ve öncü olmak”…
c-      “Geleceğin Beşiktaş’ının ve hatta Türk Futbolu’nun temellerini atmak” … (Yönetim Kurulu’na verilen Kasım 1975 ve Şubat 1976 tarihli raporlar…)
O zamanın şartlarında bunlar gerçekten inanması zor hedeflerdi…
Ama inandılar… Güvendiler… Mehmet ÜSTÜNKAYA, “O kadar inançla ve heyecanla anlatıyordunuz ki, bir deneyelim istedik” demişti…
BAŞARI -3
Yıl 1978-79… Özkaynak Düzeni ilk ürünlerini sunmaya başladı… Profesyonel Takım önünde aynı sahada oynayan Genç Takım, Beşiktaş taraftarlarını çok mutlu ediyordu. Taraftar, Beşiktaş’ın geleceğini o pırıl pırıl çocuklarda görmüştü…
Üç yıl önce yazılıp… Altı imzalanıp… Beşiktaş Yönetim Kurulu’na sunulan raporlarda olduğu gibi…
Bir maçta 3 kere değiştirilen Oyun Düzeni ile… Diziliş değil, Oyun Düzeni ile…
Daha Türkiye’de “Baskı”nın “B”si bilinmiyorken yaptıkları baskı sonucu rakipleri ezmeleri ile…
Attıkları akıllı Karşı Atak golleri ile vd.. vd..
Beşiktaş taraftarlarının yıllar süren hayallerini gerçeğe çeviriyorlardı…
Öyle ki, bir kısım taraftar Genç Takım maçının hemen ardından oynanacak Profesyonel Takım maçını izlemeden sahadan ayrılıyordu.
BAŞARI – 4
Başkan Gazi AKINAL Yönetimi, büyük bir cesaretle ilk Özkaynak Düzeni ürünü oyunculara (Ziya DOĞAN, Süleyman OKTAY, Fuat YAMAN ve ardından Fikret DEMİRER) Profesyonel Takım yolunu açtı…
Onlar da kendilerine güvenenleri mahçup etmediler… (1978-79)
Tabii bazı karşı görüşler de vardı… Doğal olarak…
BAŞARI -5
Özkaynak Düzeni Profesyonel Takım için oyuncu üretmeye devam ediyordu… (Rıza ÇALIMBAY, Kenan OKTAY, Tuğrul ÇAKIR, Haluk ÇAKAR…) Yıl 1979-81…
Böylece Özkaynak Düzeni’nin Sürdürülebilir Başarısı, Profesyonel Takım’ın gelecek yıllardaki Sürdürülebilir Başarısı’nın zeminini hazırlıyordu…
BAŞARI -6
Dorde MİLİÇ yönetimindeki Beşiktaş tam On dört (14) yıl aradan sonra tekrar Türkiye Ligi Şampiyonu oldu… (1981-82) Uzun yıllar gelmeyen başarıya sonunda ulaşılmıştı.
Eğik başlar On dört (14) yıl aradan sonra tekrar yukarıda idi…
Şampiyon Takım’ın 24 kişilik kadrosunda Özkaynak Düzeni’nden gelen 8 oyuncu vardı… 4 ya da 5’i kilit oyuncu olmak üzere…
***
O yıllarda Avrupa Futbolu’na musallat olan aşırı yoğunluktaki Fizik çalışmalar Profesyonel Takım’ın 2 yılına mal oldu… Şampiyonluk sonrası 2 sezon Dördüncü ve Beşinci olarak kapatıldı.
***
Bu yıllarda, Profesyonel Takım kadrosunda bulunan Özkaynak Düzeni ürünü genç oyuncular 1.Lig tecrübelerini arttırdılar…
Milli Takımlarda oynayanların yanı sıra, Beşiktaş ile Avrupa maçları oynayanların maç tecrübeleri de arttı… Takım ve Genç Oyuncular olgunlaşıyordu…
Özkaynak’tan gelen Feyyaz UÇAR ise çok önemli bir kazanç idi… (1982-83)
***
Nisan 1984’te Başkan olan Sayın Süleyman SEBA yönetiminde de Özkaynak Düzeni verimli olmaya çalıştı… Gökhan KESKİN ve Sergen YALÇIN başta olmak üzere Tacettin DOĞAN, Tevfik SAYGILI, Cem KUMBASAR vd. artık Profesyonel Takım geniş kadrosunda idiler…
***
BAŞARI -7
Beşiktaş 1985-86’da da Stankovic ile tekrar şampiyon oldu. Takımın 20 kişilik kadrosunda Özkaynak Düzeni’nden gelen 10 oyuncu bulunuyordu…
Şampiyonluğu belirleyecek maça 5 genç oyuncu (Rıza ÇALIMBAY, Feyyaz UÇAR, Ali GÜLTİKEN, Gökhan KESKİN ve Fikret DEMİRER) başlamıştı…
1-0   kazanılan Trabzonspor maçının tek golünü atmak Gökhan’a nasip olmuştu…
Tıpkı, 4 yıl önce 2-1 kazanılarak Şampiyonluğa ulaşılan Eskişehirspor  maçının 2 golünü de Ziya’nın atması gibi… Uzun yıllardır beklenen şampiyonluk idi o…
Tesadüf… Ama çok anlamlı…
***
Tabii bu arada takımın tecrübeli oyuncuları da (Necdet, Bora, Mehmet, Samet, Ulvi, Kadir vd…) unutulmamalı… Uyum çok iyi idi…
Beşiktaş’ı Kolej Takımı yapan da buydu zaten… Yeni takıma giren oyuncuların ilk yıllarda çektikleri sıkıntılar artık bitmişti… Çünkü o ilk yılların sıkıntılarını çekenler, artık takımın tecrübeli oyuncuları olmuştu…
***
Eğer bunlar “Başarı” ise, Gordon bu başarıların neresindedir… Hiçbir yerinde… Çünkü daha Türkiye’ye gelmemişti…
Yoksa bütün bu olanlar “Başarı” sayılmıyordu da onun için mi bunlar hep tarihin karanlıklarında gömülü kaldı? Beşiktaş Duruşu denen bu mu?
Herkes, yıllar boyu, yanlış mı bilgilendirildi acaba?..
***
Neyse… Bunu dürüst tarihçi ve yorumculara bırakalım...
Olanı biteni kısaca özetlersek:
Beşiktaş uzun yıllar şampiyonluğu bekledi. (1967-82)
1975’te kurduğum Özkaynak Düzeni 6 yıl içinde (1975-81) Beşiktaş’ın eski gücüne kavuşmasına ve takımın şampiyon olmasına büyük katkı verdi…
Dünya Futbol Tarihi’nde, ülkelerin, sayısı 3-4’ü geçmeyen 1.sınıf takımlarında, bu kadar kısa zamanda, bu kadar çarpıcı bir başarıya, bu kadar büyük bir katkı yapılmış mıdır? Bunu bilmem…
Ama şunu herkes iyi görüyordu:
Genç oyuncuların tecrübeleri arttıkça ve sayıları çoğaldıkça Profesyonel Takım güçleniyordu…
Başarı “sürdürülebilir” olmaya başlamıştı…
Öyle ki, Gordon’dan önceki 4 sezonda takım, 3 ikincilik ve 1 şampiyonluk alarak Beşiktaş’ın artık eski gücüne ulaştığını herkese gösteriyordu…
Hatta Gordon’dan 1(bir) önceki yıl 2. olan takımın şampiyonluğunun gasp  edildiği  yazılıp, söylenmişti… Ki o takım, en çok maç kazanmış, en çok gol atmış, Avrupa’da çeyrek final oynayan ilk Türk Takımı olmuş idi…
Gordon böyle bir zamanda… Böyle bir takıma gelmişti…
Üstelik kulüp borçsuz idi… Sn. Süleyman SEBA’nın 16 yıllık İstikrar Dönemi’nin ilk yıllarında da, tutumlu Mali Politika ve bunun oyunculardan gördüğü destek meyvesini veriyordu.
Füzeler rampalarda fırlatılmaya hazırdı… Son yıllardaki 2 şampiyonluğa yenilerini eklemek için…
Sürdürülen Başarı’yı daha ileri noktalara götürebilmek için…
***
Gordon da, herkes gibi, kapasitesi dahilinde verimli olmaya çalışmıştı… Tabii ki Beşiktaş’ta yaptığı iş önemlidir… Ardı ardına 3 Şampiyonluk kolay bir iş değildir. Bu başarının kulüp tarihinde de önemli bir yeri olmalıdır…
Ancak, sevapların yanında hatalar da olmuştur… Keşke aylarca birlikte çalıştığı Sergen YALÇIN’ın potansiyelinin farkına varabilseydi… Belki o zaman, onu sol kanatta 10 mt.lik koridora hapsetmezdi…
“Sergen futbolcu değil… Ne zaman pas verecek, ne zaman şut atacak, daha onu bile bilmiyor” dediğinde ben de, yanımda olan Bahattin BAYDAR da çok şaşırmıştık…
Keşke oğullarını Beşiktaş Profesyonel Takımı ile antrenmanlara çıkartmasaydı… Bu, en hafif deyimi ile Beşiktaş’a saygısızlık… İngiltere’de böyle bir şeyi aklından bile geçiremezdi…
Bu arada, zamanın Yönetimi’nin Özkaynak Düzeni’nin kendisine bağlanması çabaları da aklını karıştırmış olmalı…
Medyanın da kullanıldığı bu çabalara tabii ki tepkim olmuştu… Yönetimin fikir değişikliğini ertesi gün gazetede okumuştum… Şartım öyle idi…
***
O zamana kadar Beşiktaş’ta yaptıklarımız belki hala tam anlaşılamamıştı!..
Belki Genç Milli Takımlar ile yaptıklarımız anlaşılır. UEFA’nın referans verdiği 1.sınıf Turnuvalarda, yani Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupalarında, seksen sekiz  (88) yıllık Türk Futbol Tarihi’nde (1923-2011), Milli Takımlarda Türkiye’nin oynadığı 5 Final’in 3’ünde ben oynamışım…
88 yıllık tarihte, Türkiye 3 kere Şampiyon olmuş… 2 Şampiyonluk benim…
UEFA tam Yetmiş Dokuz (79) yıl için (1923-2002) Türkiye Başarısı olarak neyi göstermişse, hepsinin altında benim imzam var…
İyi bilmeyenlere duyurmuş olayım…
***
Umarım bundan böyle Beşiktaş Tarihi daha doğru yazılır… Bilinir… Daha dürüst anlaşılır…
Neyin ne, kimin de kim olduğunun daha iyi farkına varılır…
Serencebey 53. Sayı http://www.serencebey.com/
Her futbolsever Barcelona'yı sahada izledikten sonra oynanan oyunun kusursuz olduğuna inanır. Sahada oynanan oyun herkesi büyüler, yapılan paslar hayretler içerisinde izlenir. Ancak Dünya üzerinde işin böyle olmadığına inanlar var. Onlardan birisi; Hamdi Serpil Tüzün. Beşiktaş'ın en iyi zamanlarının yaratıcısı Hamdi Serpil Tüzün yazdığı yazıda, Barcelona'nın da hata yapabileceğine inandırıyor okuyanları. İşte Serencebey'in 54. sayısında kaleme aldığı o yazı.

Barcelona hata yapar mı?


 Gelecekte baskıyı daha doğru yapan rakipler karşısında, Pas’ı gole yönelik bir ARAÇ değil, sadece ve sadece bir AMAÇ olarak algılayan Barcelona çok zorlanabilir. NE yapmanın, NASIL yapmaktan çok daha önemli olduğunun bilincine varması halinde, Barcelona çok daha iyi bir takım olacaktır. Stratejik Düşünce de bunun için vardır.

 
“Futbol daha iyi oynanabilir” mi acaba? Tabii ki öyle. Dünyanın en iyi, en pahalı takımlarını son haftalarda tekrar tekrar gördükten sonra... Yani Barça ve Real Madrid’i  ardı ardına defalarca izledikten sonra. Tabii ki öyle... Şöyle:

Real Madrid’in Önemli Hataları
Ama önce bir hikaye;
Vakti zamanında, bir prens babasına kızmış ve O’na bir uyarı mektubu yazmış: “Eğer 100,000 altınım olursa, bir ordu toplayacağım. Şuraları, şuraları yakıp, yıkacağım. Sonunda ordunu da yenip, seni tahttan indireceğim.”
Kral babasının cevabı ise çok kısa olmuş: “Eğer...”

İzin
Futbola dönersek;
Eğer Real Madrid, Barça’ya izin vermeseydi, oyun çok farklı olabilirdi. Barça çok rahat, güzel paslar yaptı, Real Madrid izin verdiği için. Real Madrid engellemedi. Engelleyemedi.

Engellemedi
Dört maçlık serinin ilk maçlarında Real Madrid Barça’nın pas trafiğini engellemekte fazla kararlı ve gayretli olmadı. “Alan Daraltma” gibi çok yanlış bir düşüncenin, yani Reaktif yaklaşımının geçmişte zedelediği beyinlerin tekrar Proaktif bir noktaya dönmesi zaman alıyor herhalde. Hatırlanırsa, Capello’nun Real Madrid’i “Alan Daraltma”yı çok iyi yapardı. Ama taraftar haklı olarak, bu zavallı “tabi olan” tutumu koca Real Madrid’e yakıştıramazdı.
Sonunda Real Madrid şampiyon oldu ama Capello kovuldu. Doğrusu da bu idi. Real Madrid karakterinde bir takım Reaktif bir anlayışa mahkum edilemezdi. Rakipten topu almak, sadece ve sadece rakibin pas hatalarına bağlı olamazdı. Bu Reaktif anlayışın izleri Takımın ve Kulübün farklı noktalarını da etkilemiş olabilirdi. Çünkü gerçek Holistik’tir. Yani herşey herşeye bağlıdır. Bağımlıdır.

Engelleyemediler
İlk maçlarda Barça’nın pas trafiğini engellemeyi fazla düşünmeyen Real Madrid son 2 maçta ise, bir ölçüde, Proaktif olmayı denedi. Ama yapamadı. Baskı yapmaya çalıştı. Ancak, ilk toplara gidişlerde ve ikinci toplara gidişlerde büyük hatalar yapıldı. Dikkat ve zamanlama hataları... Topu kazandıklarında, hemen “yumağı çözememeleri” yani topu kalabalıktan tenhaya oynayamamaları ise top kayıplarına neden oldu.
Belki onlar da 5x2 egzersizinin kurbanı idiler. Ha deyince olmuyor bu işler tabii. Aslında yeni oluşan bir takımda sesli uyarılar, göz göze gelmeler vd. zaman alıyor mutlaka. Bu fazla önemli değil, yeter ki yol doğru olsun.

Barcelona’nın Önemli Hataları
En önemli iki hata stratejik açıdan şöyle sıralanabilir;
*NE YAPMANIN, NASIL YAPMAKTAN daha önemli olduğunu iyi bilmemeleri.
*ARAÇLAR  ve AMAÇLARIN birbirlerine karıştırılması.

Pas Yapmanın Sihiri
Pas yapmayı ne kadar da çok seviyorlardı. NASIL da güzel paslar yaptıklarını spor sayfaları çarşaf çarşaf anlatıyordu. Akşam yattıklarında, oynanan maçı düşündüklerinde, rüyalarında attıkları golleri, şutları, şunu bunu değil, sadece dar alanda NASIL da güzel pas yaptıklarını görüyorlardır herhalde...
Tıpkı Zidane gibi... O da NASIL top saklamayı ve adam geçmeyi çok severdi. Bir rakip hatta 2 rakip onu kesmezdi. Beklerdi ki karşısındaki rakipler çoğalsın. Şöyle 2-3 kişi arasında iken topu saklamak ve ustaca onlardan sıyrılmak çok hoşuna giderdi. NASIL da topu saklardı. NASIL da aradan sıyrılırdı.
Ha... Bu arada hayati saniyeler, saliseler ziyan edilmiş... Rakip savunma geri dönmüş, toparlanmış. Bütün bunlar onun için pek o kadar önemli değildi, herhalde...
Gene NASIL da aradan sıyrılmıştı ama!!!

Barça’lı oyuncular, 5x2 egzersizini de herhalde çok seviyorlar.  Ama bu yanlışın öğretildiği egzersizi olduğu gibi sahaya taşımaları ve oyunu dar alanda oynamakta ısrar etmeleri önemli bir hata idi.
Oyunu dinlendirmek, rakibin dikkatini o noktaya çekerek, savunmanın açıklarını kollamaya çalışmak ve fırsat bulunca savunma arkasına adam kaçırmak... Tüm bunlar anlaşılabilir hedeflerdir. Ancak  görünen o ki, bu amaçlar Barça’nın pas trafiğinin ufak bir bölümüydü.
Dar alanda pas yapmanın riski büyüktü. Nitekim Real Madrid’in Baskı’yı çok yetersiz ölçüde uygulamasına rağmen Barcelona çok şaşırdı, top kaybetti hatta rakibe çok isabetli bir iki pas verdiği bile oldu.
Gelecekte baskıyı daha doğru yapan rakipler karşısında, Pas’ı gole yönelik bir ARAÇ değil, sadece ve sadece bir AMAÇ olarak algılayan Barcelona çok zorlanabilir. NE Yapmanın, NASIL Yapmaktan çok daha önemli olduğunun bilincine varması halinde, Barcelona çok daha iyi bir takım olacaktır. Stratejik Düşünce de bunun için vardır.

Orta, pas değildir*
Maç analizlerinde değerlendirilen “isabetli orta” kriteri ile ilgili bazı düşünceler:
“Orta” “pas” değildir. Zaten onun için, “Pas” “verilir”. “Orta” “yapılır”.
Pas, bellli bir oyuncuya “verilir”. Koşu yolu’na atılanlar da dahil, “isabet” pas için söz konusudur. İsabet, pası vereni bağlar. Ama “orta”, top saha dışına atılmadıkça isabetli sayılabilir. Çünkü, o anda, top ile buluşmak da önemlidir.

“Orta”nın Ön Direk’e mi, Arka Direk’e mi, Kale Alanı köşelerine mi, yoksa Savunma Arkası’na mı? yapıldığı ayrı bir konudur. Orta yapanın bu seçimini değerlendirebilmek fazlasıyla sofistike bir durumdur ve bu bir Maç Analizi formatına sığmayabilir.
***

Pas’ın bir vereni bir de alanı vardır. Pas, isabetli mi değil mi anlamak kolaydır... Ama “orta” öyle değildir. Orta yapılır, akıllı olan, oyunu ve pozisyonu iyi algılayıp anlayan oyuncu top ile “buluşur”. En azından o niyette olur. Onun için, biz daha 10 yaşındaki çocuklara bile sağ kanattan gelişen 100 atağın 99’unda golün sol taraftan atılacağını, soldan gelen ataklarda da hep golün sağ taraftan atılacağını öğretmeye çalışırız. “Orta” takip edilmelidir...
Buna en iyi örnek 2009-2010 Şampiyonlar Ligi ilk Barcelona-Inter maçında Milito’nun attığı golde Schneider’in 1-2 arkadaşı ile birlikte top ile buluşabilmek için kendilerini yırtmalarıdır...
Gol Öncesi 2 pozisyonda da Arka Direk kullanılmıştır.
***
Bunlar farklı şeylerdir... “Kısa Orta”dır, “Derin Orta”dır, çizgiye inip “Geri Top Çıkartmak”tır vd...
Fark’ın farkında olmak gerekir... Tekrar vurguluyorum, Orta, Pas değildir... Pas takım arkadaşına verilir. Orta ise belirli bölgelere yapılır. Zaman zaman, adeta gözü kapalı yapılır. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Çünkü ortayı yapan iyi bilir ki o ortayı izleyen 1-2 takım arkadaşı orada olacaktır. Fark da bu ayrıntıdadır zaten.
Bu işleri pek iyi anlayamayan, bilemeyen oyuncular (Barça’nınkiler gibi!) ise sadece olanı biteni seyrederler. Uzaktan!

Ve Hataların Daha Fazlası...
Barcelona demişken, 2009-2010 Şampiyonlar Ligi 2 Inter maçına dair:
*Bu iki maçta topu topu 7-8 orta yapmışsa, bu ortaların sadece bir tanesi takip edilmişse... Yani ~%12lik bir “orta izleme” oranı ile Barcelona’nın kanatları iyi kullandığı söylenemez...
*Inter Çizgi Savunması ile gollere davetiye çıkarmış ama Barcelona, hep top hizasında olan Savunma Çizgisi ile kale arasındaki 2-3 metrelik koridoru hiç kullanmamıştır.
Böyle bir koridordan haberdar oldukları da şüpheli. Haberleri olsaydı, hiç olmazsa denerlerdi...
Oysa o boşluğa yapılacak yerden sert veya kol hizasındaki (Savunma oyuncularının en aciz kaldıkları yükseklik) ortalar ile pek çok gol fırsatı yakalayabilirlerdi.
*“Kalabalık Savunmaya Karşı” oyunu biz daha 14-15 yaşındaki çocuklara öğretmeye çalışırken, Barça’nın bu konudaki acizliği çok şaşırtıcı. Bırak “tek’te” verkaçı, “zincirleme” verkaçı, “3’lü” verkaçı, doğru dürüst bir verkaç bile göremedik.
*Kaleye vurulan ama adına “şut” denemeyecek o cılız vuruşlar ise ayrI bir konu. İki maçta sayısı 10’u bile bulamayan o toplar Inter için tehlike olmaktan çok uzaktı.
Tıpkı 2 sene önce Lucescu’nun Shaktar’ına ilk şutu 93. dakikada atabilmeleri gibi.

MESSI
Ayağına her top alışta, başına en az 3-4 oyuncu toplayan Messi’nin doğru dürüst kullanılamaması da önemli bir eksiklik. Böylesine “dengesi bozulmuş” bir rakip savunma varken. Messi’nin uzağındaki geniş alanı sadece 4-5 adamla korumak zorunda kalan Inter hiç zorlanamamışsa, burada bir terslik var. İşte tam da bunlar için hep diyorum ki, “Futbol çok daha iyi ve akıllı oynanabilir”.

Savunma Komedisi
Barça’nın, Inter Çizgi Savunması’nı cezalandıramaması ise, futbolda daha gidilecek pek çok yol olduğunu gösteriyor.
Top hizasındaki Çizgi Savunma oyuncularının dikkat odağı birilerine bakıp hiza almaktadır!.. Dünya’daki genel uygulama budur. Oysa esas tehlike, topa sahip olan rakip ve onun pasını alacak diğer oyunculardır. Tamam, Pique’nin attığı gol ofsayt idi. Ama “Çizgi Savunmaya Karşı Oyun” için iyi çalıştırılmış olsa, topu 10 cm daha geride alıp gene golü rahatça atabilirdi. Böyle pamuk ipliğine bağlı bir savunma anlayışı olabilir mi? Rus Ruleti’nden farksız! İşte bu noktada, Proaktif Olmak-Reaktif Olmak’tan da sözetmek gerekiyor.

Proaktif Olmak
Gerek ulusal gerekse uluslararası platformlarda 20 yıldan beri ilgililere anlatmaya çalıştığım gibi, bu kavramlar Stratejik Düşünce’nin ana unsurları arasındadır.
Topa sahip takım Proaktif’tir... Kararları onlar verir, ne olacağını onlar belirler. Topa sahip olmayan takım ise Reaktif’tir. Tabi olurlar. Hep bir aksiyona reaksiyon göstermek durumundadırlar. Yani hep geç kalmaya mahkumdurlar. Zaman zaman 1-2 cılız ve pek bilinçli olmayan aksiyon dışında...
TÜZÜN Takımları’nı Avrupa’da saygıdeğer ve farklı yapan unsurların başında Proaktif Oyun Anlayışı geliyordu. Hep tabi kılmaya çalıştık. Hiç tabi olmadık. Ve karşılığını aldık.
Top bizde değilken bile oyunu biz kontrol edebiliyorduk. Rakip ne yapıyorsa biz izin verdiğimiz için yapabiliyordu. Genellikle...

Rakamlara Dikkat
Öte yandan rakamlara da dikkat gerekir. İstatistikçilerin dediğine göre 3 çeşit yalan var: 1-Küçük Yalanlar, 2-Büyük Yalanlar, 3-İstatistikler! Sorular doğru sorulmalıdır. “Topa Sahip Olma Oranı” değerlendirmesi insanları yanıltan bir başka kriterdir. Karşı Atak Düzeni’ni iyi öğrenmişseniz, topa sadece %25-30 sahip olur ama maçı 7-0, 8-0 kazanabilirsiniz! 1975’ten itibaren yönettiğim BJK Genç Takımları ile bunu konuşurduk. Çocuklara, maç ertesi “hep rakip oynadı, ama bunlar kazandı” gibi yorumları duyduklarında, okuduklarında fazla üzülmemelerini söylerdim!..
Sonuç: Topa ne kadar süre sahip olduğunuz hiç ama hiç önemli değildir. Önemli olan, topa sahip iken veya değilken ne yaptığınız ve ne yapmadığınızdır. Çünkü topa sahip olma sayısı eşittir. Yani top bir o takımda bir de öteki takımdadır. Bir takım topa 10 kere sahip olmuşsa, rakibi de 10 kere, ya da 9 veya 11 kere sahip olmuştur. 8 veya 12 değil.
           
Topa Sahip Olmak
Bu noktada bir başka yanılgı ise, Topa Sahip Olma’yı bir Savunma önlemi olarak düşünmektir. Doğru, oyun 2 tane topla oynanmıyorsa, topa sahipken gol yemezsiniz. (KK golleri hariç!) Ancak top sizde iken, ana amacınız Gol Atmak’tır. Ne yapıyorsanız, oyunu dinlendiren veya amaçsız gibi görünüp rakip savunmanın dengesini bozmaya yönelik paslar da dahil herşey Gol Atma’ya yönelik olmalıdır. Top sizde değilken ise yapılan herşey Gol Yememek’e yönelik olmalıdır.

Stratejik Düşünce
1975’ten beri Beşiktaş Genç Takımları’na, 1973’ten itibaren yönettiğim Genç Milli Takımlara ve diğer tüm TÜZÜN Takımları’na öğretmeye çalıştığım gibi “Doğru Karar” çok önemlidir.
Taktik, “oyunu akıllı oynamak” olarak tanımlanır. Bu düşünce, küçük yaşlardan itibaren çocuklara verilir. 14-15 yaş beklenmez. Dünyadaki genel uygulamanın aksine. Çünkü bu bir Merkez Sinir Sistemi fonksiyonudur. Ve çünkü “Beyin” en erken gelişen organlardan bir tanesidir.
Altı yaşındaki çocuğun beyninin %90’ı oluşmuşsa, bunu doğru kullanmasını çocuğa neden öğretmeyelim? Stratejik Düşünce Konsepti’ne sahip takımlar bu oyunu daha kolay ve daha akıllı oynayabilirler. Siyah-Beyaz gibi 2 farklı paradigmadan söz ediyoruz. İşte Stratejik Düşünce böyle bir şeydir.