"Stoke City" dediğin tek dişi kalmış canavar

Maçtan günler önce coğrafya bilgisi ile bizi kendine hayran bırakan Tony Pulis’in, söylediği ile uyguladığı şeyin çok ayrı olduğunu gördük. Avrupa’nın göbeğinde, oynanan futbolun herkesi büyülediği İngiltere’de, Dünya’nın ücra köşelerinden çıkmış medeniyet seviyesinde bir futbol izletti bize Stoke City. Orta sahada rakip tehlike başlatmaya başladığı andan itibaren, sert ama hakemin müsaade edeceği fauller ile rakibi yıldırmaya çalışan, yetenekleri kısıtlı olduğu için hava toplarıyla gol arayan ve o bölgede her türlüğü pisliği yapan bir rakip vardı.

Stoke City’nin yapabildiklerine baktıktan sonra, sahadaki her iki takım arasında teknik açıdan fark olduğunu çok rahat görebilirdik. Ancak Stoke City’nin yaptıkları, futbolun doğrularına pek hizmet etmese de, örnek alınması ve neden kazanamadığımızı anlatan ince detaylar vardı. Stoke City oyun içinde hiç dağılmadı. Aynı zamanda Beşiktaş’ın dağıtmasına da izin vermedi. Yapabildikleri pek çok futbolseverin hoşuna gitmese bile, onlar kapasitelerinin farkında. Bu yüzdende yapabildiklerini en iyi uygulamaya çalışıyorlar. Delap’ın her taç atışında, saha kenarındaki çocuğun havluyu uzatması, Rüştü’ye uygulanan markaj, kale sahasına uzak yerlerde yapılan fauller… Yapabildiklerinin üzerine kafa yordukları ve bunu da çok iyi yaptıkları çok açık.

Beşiktaş ise belki de bu sezon en iyi futbolunu sahaya yansıtmış olabilir. Carvahal’in, rakibini detaylı incelediği ve hangi zaaflarının olduğunu belirlediği çok açık. Keza orta sahada inatla ve başarı ile yerden oynanan top sayesinde, Stoke City’nin baskısını kırması bu çalışmanın ürünü. Quaresma’nın ise sorumluluk alması, onun için en verimli maçlardan biri oldu. İstatistik olarak sahaya yansıtamasa da, mücadelesi, isteği ve takımı oynatma çabası izleyen herkesi fazlasıyla sevindirdi. Ancak Beşiktaş dün en iyi futbolunu oynamış, gelişme göstermiş olsa bile bazı parçaların eksikliği, bir üst seviyeye çıkmaya izin vermiyor. Simao’nun formsuzluğu, Edu’nun defans arasında kayboluşu, Beşiktaş’ın sakin ve akılcı oynadığı sıralarda Stoke City üzerinde baskı kurmasına engel oldu.

Fernandes ve Necip’in oyundan düşmeleri ile maçın başından itibaren sahaya hakim olan Beşiktaş’ı geriye itti. Bu sırada Stoke City fizik üstünlüğünün avantajını da kullanarak baskı uygulamaya başladı. Pozisyon bulamasalar da, gol atabilecekleri tek pozisyonu da elde ettiler. Anlamsız bir penaltı ile maçı kazandılar.

Beşiktaş, ligde kazandığı iki maçtan sonra umut vermemişti. Ancak dün kaybedilen maçtan sonra herkesin yüzünde oyun bakımından bir tebessüm oluştu. Beşiktaş için sahada dün kaybedilenin yanında, nasıl oynaması gerektiği, doğruların ne olduğunu, eksiklerinin ne gibi şeyler olduğunu fark ettiği bir maç oldu. Simao’nun katkı vermeye başlaması ve Almeida’nın takıma katılması ile Beşiktaş üst seviyelerde daha rahat futbol oynayabilir.

Yıldızlar da kayar

Büyük kulüpler, her sezon başında milyonlarca euro ödeyerek kadrolarına yıldız isimler katarlar. Bu oyuncuları havaalanında binlerce taraftar karşılar ve tezahüratlar eşliğinde omuzlara alarak “hoş geldin” derler. Hem teknik heyetin hem de taraftarların kendisinden yüksek performans beklediği bazı yıldızlar, beklenileni veremedikleri zaman yine kendilerini havaalanında bulurlar. Fakat bu sefer ortalık sessizdir. Bir kendileri vardır orada, bir de bavulları... 


Ricardinho: Brezilya’da sayısız başarılara imza atıp, Brezilya Milli Takım ile 2002 ve 2006 Dünya Kupaları’nda mücadele etmiş, “yıldız” mertebesine erişmiş bir futbolcuydu. Beşiktaş’ın, 10 numara arayışlarının çözümü olacağı, Türkiye’ye gelen en yetenekli oyuncu iddiaları manşetlere taşınmıştı. Ancak Türkiye’deki futbol yaşantısı, gelişi kadar sansasyonel olmadı. Kendisiyle aynı zamanda kadroya dahil olan Delgado ile beraber oynayamayabileceği tartışılırken, Ricardinho’nun tek başına da fazla oynayamadığına şahit olduk. Beşiktaş’ta toplamda 70 maça çıkan Ricardinho, sadece 13 gol atarak beklentileri boşa çıkartan yıldızlardan birisi oldu.

Kleberson: Atletico Paranaense takımı ile yıldızı parladıktan sonra, o dönemin Brezilya Milli Takım Teknik Direktörü Felipe Scolari’nin daveti ile 2002 Dünya Kupası kadrosunda yer alan Kleberson için sayısız övgülerde bulunuluyordu. Gösterdiği performans ile Alex Ferguson’nun radarına takılan Kleberson, Manu’ya imza attıktan sonra geçirdiği sakatlıklar nedeniyle istenileni pek veremedi.  Premier League’de 20 maça çıktıktan sonra Türkiye yollarına düşen Kleberson, 2,5 Milyon Sterlin’e Beşiktaş’a imza atıyordu. Beşiktaş forması ile çıktığı 45 maçtan akıllarda kalanı sadece Fenerbahçe maçı  ve o maçta attığı goldü... Beşiktaş’ta bekleneni veremeyen Kleberson, Flamengo’nun yolunu tuttu.

Tabata: Profesyonel kariyerine başladığı andan itibaren her sene bir takıma transfer gerçekleştirerek “istikrar abidesi” olan Tabata, Santos takımında gösterdiği performans ile Gaziantepspor’a transfer oldu. Gaziantepspor’da oynadığı  bir sene boyunca, 4 büyüklere karşı gösterdiği performans ve attığı 17 golle ülke futbol gündeminde yer alan Tabata, Beşiktaş’ın yüksek bedellerle Gaziantepspor’dan oyuncu alma alışkanlığının son halkasıydı. 8 Milyon Dolar’lık bonservisi ile olay yaratan Tabata, Beşiktaş’a geldiği günden itibaren bu bonservis bedelinin altında ezildi. Asla taraftarın beklentisini karşılayamayan Tabata, geçen sene Al-Rayyan takımına kiralık olarak gönderildi. Al-Rayyan takımı, Tabata’yı gösterdiği performans nedeniyle bu sene takımda tutma kararı aldı.


Fazlı Ulusal: Günümüzde yabancı kısıtlamasının getirdiği sıkıntılar yüzünden, Türk oyuncuların değerlerinin çok üstünde büyük kulüplere satılması alışılagelmiş bir olay durumunda. Fahiş rakamlarla transfer edilen yerli futbolculara dair bir hikaye de 2000-2001 sezonuna ait... Sezon başında Antalyaspor’dan, Beşiktaş’a transfer olan Fazlı Ulusal’ın transferi, maliyeti nedeniyle aylarca konuşulmuştu. Yüksek bir bonservis bedeli ile Beşiktaş’a gelen Fazlı, bir sezonda attığı toplam 7 golle herkesi hüsrana uğratıyordu. Kendisine ödenen yüksek bedellere karşılık, hiç para alınmadan Diyarbakırspor’a gönderilen Fazlı Ulusal, sırasıyla Antalyaspor, Büyükşehir Belediyespor, Ispartaspor, Küçükköyspor ve Erzurumspor’da oynadı.


Ayhan Akman: Beşiktaş’ın, Gaziantepspor’dan yüksek bedellere transfer yapma alışkanlığını kazanmasının ilk dönemine denk gelen futbolculardan birisi Ayhan Akman. 1998-1999 yılından John Benjamin Toschak’ın isteğiyle 8 Milyon 750 Bin Dolar karşılığında transfer olan Ayhan, Beşiktaş’ta 3 sezon geçirdi. Geçirdiği sakatlıklar nedeniyle belli bir süre sonra yedek kulübesinden çıkamayan Ayhan’nın, Beşiktaş kariyerini de kulubede yaptığı hareket bitirdi. Beşiktaş’ın, yenik götürdüğü bir maç esnasında kulübede gülmesi ve daha sonra havaalanında taraftarlar tarafından darp edilmesi sonucu kulüple yolları ayrıldı. Ahmet Yıldırım, Mehmet Aksu ve 500 bin dolar karşılığında Galatasaray’a giden Ayhan Akman, Beşiktaş’ın elinde patlayan oyuncular arasında en üst sıralarda yer alıyor.


Ailton: Beklentilerin çok fazla olduğu, havaalanında binlerce taraftarın karşıladığı, omuzlarda taşınan yıldız futbolcu olarak Türkiye’ye adım atan oyunculardan sadece biriydi Ailton. Bu sansasyon, Bundesliga’da ilk kez bir yabancı oyuncunun “ Yılın Futbolcusu” ödülünü aldığı, Werder Bremen ile şampiyonluk kazanan, Bundesliga gol kralı olan biri için normaldi. Ancak Türkiye’de ki kariyeri başladığı gibi sürmedi. İlk maçı olan Denizlispor karşısında golünü attıktan sonra tribünlerin “I Love You Ailton”  tezahüratını belki de o sezon sadece orada duyacaktı. Gördüğü kırmızı kart, kilolu yapısı, atamadığı goller Ailton hakkında konuşulan yegane şeylerdi.


Tarık Daşgün: Fenerbahçe de dahil, 4 büyüklerin peşinden uzun süre koştuğu bir transfer hikayesiydi. 1995'te Fenerbahçe'nin kaçırarak transfer ettiği, ancak İstanbul yaşamının eritip tükettiği Tarık, 1995 yılında yaklaşık 4 Milyon Dolar karşılığı Gençlerbirliği’ nden, Fenerbahçe’ye imza atmıştı. Yeteneği ve süratiyle dönemin gelecek vaat eden en iyi oyuncusu olan Tarık, Fenerbahçe’de dört teknik direktörle çalışmasına rağmen kendisine takımda yer bulamadı. Fenerbahçe’den gönderilirken tesislerde yapılan röportajda “Bir gün bu takıma geri döneceğim, bunu herkes görecek” dese bile, Fenerbahçe’nin yolunu bir daha hiç bulamamıştır.

Maldonado: Futbol yaşantısına ülkesinin Colo-Colo takımında başlayan Şilili futbolcu Maldonado, kariyerinin en parlak dönemlerini Brezilya’da yaşamıştır. Luxemburgo yönetiminde Santos ve Cruziero takımlarında, sahadaki 11’in en önemli oyuncuları arasında yer almıştır. Cruzerio’nun, efsane kadrosunun çoğu oyuncusunu kadrosunda barındıran Fenerbahçe, orta saha oyuncusuna ihtiyacı olduğu dönemde yine bu takıma yönelmiş ve Maldonado’yu büyük umutlarla takımına katmıştı. Ancak başarısız geçen bu dönemde, aynı şeyler Maldonado için de geçerliydi. Sadece 17 maçta görev alabilen Maldonado, büyük umutlarla transfer edilen ama bu beklentileri boşa çıkartan oyunculardandı.

Gökhan Ünal: Kayserispor’un Mehmet Topuz’la beraber en büyük yıldızıydı. Attığı gollerle dikkat çeken Gökhan, 2005-2006 yılında 25 kez fileleri havalandırarak Süper Lig’in gol kralı oluyordu. 2 sezon daha Kayserispor’da oynayan Gökhan Ünal, daha sonra Trabzonspor’a transfer oldu. Trabzonspor’da ki ilk senesinde 15 gol atarak başarılı bir performans gösteren Ünal, bir sonraki sezonun devre arasında, 3 Milyon 500 bin Avro ve Burak Yılmaz takasıyla Fenerbahçe’ye transfer oldu. Fenerbahçe formasıyla çıktığı maçlarda ise sadece 2 gol atabilen Gökhan, Fenerbahçe için büyük hayal kırıklığı yaratan oyunculardan birisi oldu.

Daniel Guiza: R. Mallorca’da attığı 24 golle, La Liga’nın gol kralı olan Daniel Guiza, ertesi sezon 14 Milyon Avro karşılığında Fenerbahçe’ye transfer oldu. “Gol Makinesi” olarak lanse edilen, attığı her gol sonrası ok işareti yapan Guiza, oklarını sadece Fenerbahçe takımının taraftarlarına atabildi. Fenerbahçe’de, ilk sezonuna kötü başlayan Güiza sezonun ilk yarısını 4 golle kapatmıştır. Sezonun sonuna doğru açılan İspanyol golcü, son 6 maçta 6 gol atarak herkesi umutlandırsa da, daha sonraki maçlarda bekleneni verememiştir.

Elano Blumer: Bir çok Brezilyalı futbolcu gibi Santos’ta parlayan oyunculardan olan Elano, Avrupa’ya Shaktar ile adım attı. Lucescu’nun öğrencisiyken, 71 maç Ukrayna temsilcisinin formasını giyen Elano, burada gösterdiği performans ile Man. City’nin yolunu tuttu. Burada geçirdiği başarılı 2 yıl sonunda, Galatasaray’a transfer olan Elano, bu transfer karşısında Man. City’e yaklaşık 7 Milyon Avro kazandırdı. Galatasaray forması altında 40 maça çıkan Elano, beklenen performansının çok altında kaldı ve çoğu zaman yedek kulübesinde oturdu. Beklenilen performansı gösteremeyen yıldız futbolcu, eski kulübü Santos’a 2.9 Milyon Dolar karşılığında transfer oldu.

Lincoln: Futbol hayatına Atletico Minerio takımında başlayan Lincoln, Avrupa futboluna Kaiserslautern takımına transferiyle adım attı. Burada oynadığı futbolla beğeni kazanınca, Almanya’nın başka bir takımı Schalke 04’e transfer oldu. Schalke’nin kazandığı şampiyonlukta büyük pay sahibi olan Lincoln, burada geçirdiği 3 yıl sonrasında Galatasaray’a imza attı. Galatasaray’da oynadığı iki yıl boyunca, disiplinsiz davranışı, sorumluluktan kaçması ve beklenilen seviyede performans gösterememesi Türkiye’de tepki topladı. Galatasaray’a 5 Milyon Avro’ya imza atan Lincoln, Türkiye macerası sonrası 2 Milyon Avro bedelle Palmerias kulübüne imza attı. 


Felipe: Hagi’nin gidişi sonrası aranan “10 numara” tabirli futbolcunun o olduğu, Hagi’nin yerini fazlasıyla dolduracağı söyleniyordu. İkinci Fatih Terim döneminin en önemli transferi olarak göze çarptı. Hazırlık kampında gösterdiği performans ile taraftarları daha da heyecanlandırdı. Ancak sezon başladıktan sonra herkesin heyecanı kursakta kaldı. Fatih Terim’den yediği kesikle beraber, sadece sahada değil takım içinde de fazla gözükmeyen Felipe, Türkiye’de sadece ismen yer almış oyunculardan oldu.

Frank De Boer: Ajax altyapısında başlayıp, A takımında devam eden, daha sonra Barcelona’da Avrupa’nın en üst seviyesine çıkan bir kariyere sahip olan Frank De Boer, Türkiye’ye geleceği açıklandığında spor camiası fazlasıyla heyecanlanmıştı. Kimsenin böyle bir kariyerden sonra, Galatasaray’da böyle bir performans göstermesini beklemediği Frank De Boer herkesi yanılttı. İkinci Fatih Terim dönemi gibi, soluk ve başarısız bir sezonda sonra sessizce Rangers’ın yolunu tuttu.

Marcelinho: 2006 yazında, Süper Lig’in tüm büyük takımları ile ismi geçerken bir anda Trabzonspor forması ile görüldü. Trabzonlular sevinç gösterileri yaparken, diğer takımların taraftarları da şaşkınlıkla olanlara anlam vermeye çalışıyorlardı. Hertha Berlin’e en iyi zamanlarını yaşatan Marcelinho, 2006-2007 sezonu başında Trabzonspor’a imza attı. Ancak düşlenenleri asla sergileyemedi. Trabzonspor’a gelip sorunlu ayrılan bir çok futbolcu arasına ismi yazıldı

Barcelona hata yapar mı?

Her futbolsever Barcelona'yı sahada izledikten sonra oynanan oyunun kusursuz olduğuna inanır. Sahada oynanan oyun herkesi büyüler, yapılan paslar hayretler içerisinde izlenir. Ancak Dünya üzerinde işin böyle olmadığına inanlar var. Onlardan birisi; Hamdi Serpil Tüzün. Beşiktaş'ın en iyi zamanlarının yaratıcısı Hamdi Serpil Tüzün yazdığı yazıda, Barcelona'nın da hata yapabileceğine inandırıyor okuyanları. İşte Serencebey'in 54. sayısında kaleme aldığı o yazı.

Futbol daha iyi oynanabilir

 Gelecekte baskıyı daha doğru yapan rakipler karşısında, Pas’ı gole yönelik bir ARAÇ değil, sadece ve sadece bir AMAÇ olarak algılayan Barcelona çok zorlanabilir. NE yapmanın, NASIL yapmaktan çok daha önemli olduğunun bilincine varması halinde, Barcelona çok daha iyi bir takım olacaktır. Stratejik Düşünce de bunun için vardır.

Hamdi Serpil Tüzün

“Futbol daha iyi oynanabilir” mi acaba? Tabii ki öyle. Dünyanın en iyi, en pahalı takımlarını son haftalarda tekrar tekrar gördükten sonra... Yani Barça ve Real Madrid’i  ardı ardına defalarca izledikten sonra. Tabii ki öyle... Şöyle:

Real Madrid’in Önemli Hataları
Ama önce bir hikaye;
Vakti zamanında, bir prens babasına kızmış ve O’na bir uyarı mektubu yazmış: “Eğer 100,000 altınım olursa, bir ordu toplayacağım. Şuraları, şuraları yakıp, yıkacağım. Sonunda ordunu da yenip, seni tahttan indireceğim.”
Kral babasının cevabı ise çok kısa olmuş: “Eğer...”

İzin
Futbola dönersek;
Eğer Real Madrid, Barça’ya izin vermeseydi, oyun çok farklı olabilirdi. Barça çok rahat, güzel paslar yaptı, Real Madrid izin verdiği için. Real Madrid engellemedi. Engelleyemedi.

Engellemedi
Dört maçlık serinin ilk maçlarında Real Madrid Barça’nın pas trafiğini engellemekte fazla kararlı ve gayretli olmadı. “Alan Daraltma” gibi çok yanlış bir düşüncenin, yani Reaktif yaklaşımının geçmişte zedelediği beyinlerin tekrar Proaktif bir noktaya dönmesi zaman alıyor herhalde. Hatırlanırsa, Capello’nun Real Madrid’i “Alan Daraltma”yı çok iyi yapardı. Ama taraftar haklı olarak, bu zavallı “tabi olan” tutumu koca Real Madrid’e yakıştıramazdı.
Sonunda Real Madrid şampiyon oldu ama Capello kovuldu. Doğrusu da bu idi. Real Madrid karakterinde bir takım Reaktif bir anlayışa mahkum edilemezdi. Rakipten topu almak, sadece ve sadece rakibin pas hatalarına bağlı olamazdı. Bu Reaktif anlayışın izleri Takımın ve Kulübün farklı noktalarını da etkilemiş olabilirdi. Çünkü gerçek Holistik’tir. Yani herşey herşeye bağlıdır. Bağımlıdır.

Engelleyemediler
İlk maçlarda Barça’nın pas trafiğini engellemeyi fazla düşünmeyen Real Madrid son 2 maçta ise, bir ölçüde, Proaktif olmayı denedi. Ama yapamadı. Baskı yapmaya çalıştı. Ancak, ilk toplara gidişlerde ve ikinci toplara gidişlerde büyük hatalar yapıldı. Dikkat ve zamanlama hataları... Topu kazandıklarında, hemen “yumağı çözememeleri” yani topu kalabalıktan tenhaya oynayamamaları ise top kayıplarına neden oldu.
Belki onlar da 5x2 egzersizinin kurbanı idiler. Ha deyince olmuyor bu işler tabii. Aslında yeni oluşan bir takımda sesli uyarılar, göz göze gelmeler vd. zaman alıyor mutlaka. Bu fazla önemli değil, yeter ki yol doğru olsun.

Barcelona’nın Önemli Hataları
En önemli iki hata stratejik açıdan şöyle sıralanabilir;
*NE YAPMANIN, NASIL YAPMAKTAN daha önemli olduğunu iyi bilmemeleri.
*ARAÇLAR  ve AMAÇLARIN birbirlerine karıştırılması.

Pas Yapmanın Sihiri
Pas yapmayı ne kadar da çok seviyorlardı. NASIL da güzel paslar yaptıklarını spor sayfaları çarşaf çarşaf anlatıyordu. Akşam yattıklarında, oynanan maçı düşündüklerinde, rüyalarında attıkları golleri, şutları, şunu bunu değil, sadece dar alanda NASIL da güzel pas yaptıklarını görüyorlardır herhalde...
Tıpkı Zidane gibi... O da NASIL top saklamayı ve adam geçmeyi çok severdi. Bir rakip hatta 2 rakip onu kesmezdi. Beklerdi ki karşısındaki rakipler çoğalsın. Şöyle 2-3 kişi arasında iken topu saklamak ve ustaca onlardan sıyrılmak çok hoşuna giderdi. NASIL da topu saklardı. NASIL da aradan sıyrılırdı.
Ha... Bu arada hayati saniyeler, saliseler ziyan edilmiş... Rakip savunma geri dönmüş, toparlanmış. Bütün bunlar onun için pek o kadar önemli değildi, herhalde...
Gene NASIL da aradan sıyrılmıştı ama!!!

Barça’lı oyuncular, 5x2 egzersizini de herhalde çok seviyorlar.  Ama bu yanlışın öğretildiği egzersizi olduğu gibi sahaya taşımaları ve oyunu dar alanda oynamakta ısrar etmeleri önemli bir hata idi.
Oyunu dinlendirmek, rakibin dikkatini o noktaya çekerek, savunmanın açıklarını kollamaya çalışmak ve fırsat bulunca savunma arkasına adam kaçırmak... Tüm bunlar anlaşılabilir hedeflerdir. Ancak  görünen o ki, bu amaçlar Barça’nın pas trafiğinin ufak bir bölümüydü.
Dar alanda pas yapmanın riski büyüktü. Nitekim Real Madrid’in Baskı’yı çok yetersiz ölçüde uygulamasına rağmen Barcelona çok şaşırdı, top kaybetti hatta rakibe çok isabetli bir iki pas verdiği bile oldu.
Gelecekte baskıyı daha doğru yapan rakipler karşısında, Pas’ı gole yönelik bir ARAÇ değil, sadece ve sadece bir AMAÇ olarak algılayan Barcelona çok zorlanabilir. NE Yapmanın, NASIL Yapmaktan çok daha önemli olduğunun bilincine varması halinde, Barcelona çok daha iyi bir takım olacaktır. Stratejik Düşünce de bunun için vardır.

Orta, pas değildir*
Maç analizlerinde değerlendirilen “isabetli orta” kriteri ile ilgili bazı düşünceler:
“Orta” “pas” değildir. Zaten onun için, “Pas” “verilir”. “Orta” “yapılır”.
Pas, bellli bir oyuncuya “verilir”. Koşu yolu’na atılanlar da dahil, “isabet” pas için söz konusudur. İsabet, pası vereni bağlar. Ama “orta”, top saha dışına atılmadıkça isabetli sayılabilir. Çünkü, o anda, top ile buluşmak da önemlidir.

“Orta”nın Ön Direk’e mi, Arka Direk’e mi, Kale Alanı köşelerine mi, yoksa Savunma Arkası’na mı? yapıldığı ayrı bir konudur. Orta yapanın bu seçimini değerlendirebilmek fazlasıyla sofistike bir durumdur ve bu bir Maç Analizi formatına sığmayabilir.
***

Pas’ın bir vereni bir de alanı vardır. Pas, isabetli mi değil mi anlamak kolaydır... Ama “orta” öyle değildir. Orta yapılır, akıllı olan, oyunu ve pozisyonu iyi algılayıp anlayan oyuncu top ile “buluşur”. En azından o niyette olur. Onun için, biz daha 10 yaşındaki çocuklara bile sağ kanattan gelişen 100 atağın 99’unda golün sol taraftan atılacağını, soldan gelen ataklarda da hep golün sağ taraftan atılacağını öğretmeye çalışırız. “Orta” takip edilmelidir...
Buna en iyi örnek 2009-2010 Şampiyonlar Ligi ilk Barcelona-Inter maçında Milito’nun attığı golde Schneider’in 1-2 arkadaşı ile birlikte top ile buluşabilmek için kendilerini yırtmalarıdır...
Gol Öncesi 2 pozisyonda da Arka Direk kullanılmıştır.
***
Bunlar farklı şeylerdir... “Kısa Orta”dır, “Derin Orta”dır, çizgiye inip “Geri Top Çıkartmak”tır vd...
Fark’ın farkında olmak gerekir... Tekrar vurguluyorum, Orta, Pas değildir... Pas takım arkadaşına verilir. Orta ise belirli bölgelere yapılır. Zaman zaman, adeta gözü kapalı yapılır. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Çünkü ortayı yapan iyi bilir ki o ortayı izleyen 1-2 takım arkadaşı orada olacaktır. Fark da bu ayrıntıdadır zaten.
Bu işleri pek iyi anlayamayan, bilemeyen oyuncular (Barça’nınkiler gibi!) ise sadece olanı biteni seyrederler. Uzaktan!

Ve Hataların Daha Fazlası...
Barcelona demişken, 2009-2010 Şampiyonlar Ligi 2 Inter maçına dair:
*Bu iki maçta topu topu 7-8 orta yapmışsa, bu ortaların sadece bir tanesi takip edilmişse... Yani ~%12lik bir “orta izleme” oranı ile Barcelona’nın kanatları iyi kullandığı söylenemez...
*Inter Çizgi Savunması ile gollere davetiye çıkarmış ama Barcelona, hep top hizasında olan Savunma Çizgisi ile kale arasındaki 2-3 metrelik koridoru hiç kullanmamıştır.
Böyle bir koridordan haberdar oldukları da şüpheli. Haberleri olsaydı, hiç olmazsa denerlerdi...
Oysa o boşluğa yapılacak yerden sert veya kol hizasındaki (Savunma oyuncularının en aciz kaldıkları yükseklik) ortalar ile pek çok gol fırsatı yakalayabilirlerdi.
*“Kalabalık Savunmaya Karşı” oyunu biz daha 14-15 yaşındaki çocuklara öğretmeye çalışırken, Barça’nın bu konudaki acizliği çok şaşırtıcı. Bırak “tek’te” verkaçı, “zincirleme” verkaçı, “3’lü” verkaçı, doğru dürüst bir verkaç bile göremedik.
*Kaleye vurulan ama adına “şut” denemeyecek o cılız vuruşlar ise ayrI bir konu. İki maçta sayısı 10’u bile bulamayan o toplar Inter için tehlike olmaktan çok uzaktı.
Tıpkı 2 sene önce Lucescu’nun Shaktar’ına ilk şutu 93. dakikada atabilmeleri gibi.

MESSI
Ayağına her top alışta, başına en az 3-4 oyuncu toplayan Messi’nin doğru dürüst kullanılamaması da önemli bir eksiklik. Böylesine “dengesi bozulmuş” bir rakip savunma varken. Messi’nin uzağındaki geniş alanı sadece 4-5 adamla korumak zorunda kalan Inter hiç zorlanamamışsa, burada bir terslik var. İşte tam da bunlar için hep diyorum ki, “Futbol çok daha iyi ve akıllı oynanabilir”.

Savunma Komedisi
Barça’nın, Inter Çizgi Savunması’nı cezalandıramaması ise, futbolda daha gidilecek pek çok yol olduğunu gösteriyor.
Top hizasındaki Çizgi Savunma oyuncularının dikkat odağı birilerine bakıp hiza almaktadır!.. Dünya’daki genel uygulama budur. Oysa esas tehlike, topa sahip olan rakip ve onun pasını alacak diğer oyunculardır. Tamam, Pique’nin attığı gol ofsayt idi. Ama “Çizgi Savunmaya Karşı Oyun” için iyi çalıştırılmış olsa, topu 10 cm daha geride alıp gene golü rahatça atabilirdi. Böyle pamuk ipliğine bağlı bir savunma anlayışı olabilir mi? Rus Ruleti’nden farksız! İşte bu noktada, Proaktif Olmak-Reaktif Olmak’tan da sözetmek gerekiyor.

Proaktif Olmak
Gerek ulusal gerekse uluslararası platformlarda 20 yıldan beri ilgililere anlatmaya çalıştığım gibi, bu kavramlar Stratejik Düşünce’nin ana unsurları arasındadır.
Topa sahip takım Proaktif’tir... Kararları onlar verir, ne olacağını onlar belirler. Topa sahip olmayan takım ise Reaktif’tir. Tabi olurlar. Hep bir aksiyona reaksiyon göstermek durumundadırlar. Yani hep geç kalmaya mahkumdurlar. Zaman zaman 1-2 cılız ve pek bilinçli olmayan aksiyon dışında...
TÜZÜN Takımları’nı Avrupa’da saygıdeğer ve farklı yapan unsurların başında Proaktif Oyun Anlayışı geliyordu. Hep tabi kılmaya çalıştık. Hiç tabi olmadık. Ve karşılığını aldık.
Top bizde değilken bile oyunu biz kontrol edebiliyorduk. Rakip ne yapıyorsa biz izin verdiğimiz için yapabiliyordu. Genellikle...

Rakamlara Dikkat
Öte yandan rakamlara da dikkat gerekir. İstatistikçilerin dediğine göre 3 çeşit yalan var: 1-Küçük Yalanlar, 2-Büyük Yalanlar, 3-İstatistikler! Sorular doğru sorulmalıdır. “Topa Sahip Olma Oranı” değerlendirmesi insanları yanıltan bir başka kriterdir. Karşı Atak Düzeni’ni iyi öğrenmişseniz, topa sadece %25-30 sahip olur ama maçı 7-0, 8-0 kazanabilirsiniz! 1975’ten itibaren yönettiğim BJK Genç Takımları ile bunu konuşurduk. Çocuklara, maç ertesi “hep rakip oynadı, ama bunlar kazandı” gibi yorumları duyduklarında, okuduklarında fazla üzülmemelerini söylerdim!..
Sonuç: Topa ne kadar süre sahip olduğunuz hiç ama hiç önemli değildir. Önemli olan, topa sahip iken veya değilken ne yaptığınız ve ne yapmadığınızdır. Çünkü topa sahip olma sayısı eşittir. Yani top bir o takımda bir de öteki takımdadır. Bir takım topa 10 kere sahip olmuşsa, rakibi de 10 kere, ya da 9 veya 11 kere sahip olmuştur. 8 veya 12 değil.
           
Topa Sahip Olmak
Bu noktada bir başka yanılgı ise, Topa Sahip Olma’yı bir Savunma önlemi olarak düşünmektir. Doğru, oyun 2 tane topla oynanmıyorsa, topa sahipken gol yemezsiniz. (KK golleri hariç!) Ancak top sizde iken, ana amacınız Gol Atmak’tır. Ne yapıyorsanız, oyunu dinlendiren veya amaçsız gibi görünüp rakip savunmanın dengesini bozmaya yönelik paslar da dahil herşey Gol Atma’ya yönelik olmalıdır. Top sizde değilken ise yapılan herşey Gol Yememek’e yönelik olmalıdır.

Stratejik Düşünce
1975’ten beri Beşiktaş Genç Takımları’na, 1973’ten itibaren yönettiğim Genç Milli Takımlara ve diğer tüm TÜZÜN Takımları’na öğretmeye çalıştığım gibi “Doğru Karar” çok önemlidir.
Taktik, “oyunu akıllı oynamak” olarak tanımlanır. Bu düşünce, küçük yaşlardan itibaren çocuklara verilir. 14-15 yaş beklenmez. Dünyadaki genel uygulamanın aksine. Çünkü bu bir Merkez Sinir Sistemi fonksiyonudur. Ve çünkü “Beyin” en erken gelişen organlardan bir tanesidir.
Altı yaşındaki çocuğun beyninin %90’ı oluşmuşsa, bunu doğru kullanmasını çocuğa neden öğretmeyelim? Stratejik Düşünce Konsepti’ne sahip takımlar bu oyunu daha kolay ve daha akıllı oynayabilirler. Siyah-Beyaz gibi 2 farklı paradigmadan söz ediyoruz. İşte Stratejik Düşünce böyle bir şeydir.

Serencebey Gazetesi 54. Sayı

Son 3-5 yıldır şafak vakti operasyonlarına, hem de bu ülkede “dokunulamaz” denilen kurumlara, isimlere yapılan şafak operasyonlarına alışmıştık. Ne tuhaf! çok yakın bir geçmişte bu kurumlara ve bu kurumları yöneten kişilere “Kanun dışı faaliyetlere katıldıkları iddiasıyla” dokunulacağı söylense, söyleyene deli muamelesi yapardık. Şimdi ise bu konulardan “alıştık” diye bahsediyoruz.

Seçim meydanları ve kaşkollar

Türkiye’de şeffaflaşma ve demokratikleşme adına yapılan bunca operasyona alışmamıza rağmen 3 Temmuz 2011 sabahı bambaşka bir güne uyandık. Hem de hiç alışmamış olarak; büyük bir şaşkınlıkla... Gerçekten tuhaf; ülke yönetimine yıllarca tank, top, tüfek gücüyle gölgedarlık eden büyük güçlere yapılan operasyonlara değil de, adı bir oyun olan, bir spor olan futbol alemine yapılan operasyona çok şaşırdık. Demek ki, futbol dediğimiz olgu, bu ülkenin en büyük kurumlarından daha etkili. Demek ki yıllarca, ülkenin en büyük kurumlarına dokunulabileceğini ama futbola dokunulamayacağını düşünmüşüz. Futbolu yönetenler gözümüzde o kadar büyümüş. “Ne kadar güçlü olduklarını!” adeta zihnimize kazımışız... Aslında böyle düşünmekte haksız sayılmayız. Gittikleri illeri bırakın, ilçelerde dahi o yörenin futbol takımına ait kaşkolu boynuna dolayan siyasileri gözünüzün önüne getirin. Sade bir vatandaş olarak bizleri bırakın, ülkeyi yönetmeye aday siyasiler bile korkmuşlar futbol olgusundan, futbolu yönetenlerden ve futbol gerçeğinden...
Sadece boyunlarına kaşkol dolamakla kalmamışlar, her türlü yolu vermişler kulüplerin idarecilerine. Gözlerinin önünde olup bitene sessiz kalmışlar, hatta bazen bu işlere ortak olmuşlar... Hal böyle olunca futbolu yönetenler için her şey meşru hale gelmiş. Adeta kanunsuzluk onlar için kanun olmuş...

Bilinçli yürütülen bir politika

Bu bahsettiklerimiz son 30 yıldır süregelen bir durum. 12 Eylül Darbesi’nin ardından belki de bilinçli yürütülen bir politika... Düşünsenize, güçlü ve çok etkili bir futbol alemi, bu futbol aleminin çemberine girmiş milyonlar... Sosyal patlamanın da bir nevi kurtarıcısı bir durum. İnsanlar bu çembere dahil olarak bütün sinirlerini, streslerini, kızgınlıklarını burada boşaltacaklar. Burada kavga edip, usulca evlerinin yolunu tutacaklar ve haftanın kalan günlerinde o 1 günlük hadiseyi konuşacaklar. Diğer taraftan “devlet kendi kendini yönetmeye!” devam edecek... Herkes mutlu... Bu, işin çok farklı bir penceresi olmasına rağmen, futbolun geldiği noktayla çok ilişik bir durum.

Güçlüler hep mutluydu

30 yıldır siyasetten, devletten yüz bulan futbol dünyasının bütün unsurları bu işi alışkanlık haline getirdi ve kanunsuzluk adeta bu alem için kanun oldu... Gelinen noktada herkesin, hepimizin suçu var. Taraftar, yönetici, sporcu ya da medya olarak yıllarca kendi tarafımız lehine olan her kararı alkışladık, haksız da olsa görmezden geldik (Küçük bir azınlık bu konudan rahatsız oldu). Fakat işler aleyhimize döndüğünde feryadı figanı bastık. Kısacası hiç birimiz adil olamadık. “Rabbena, hep bana” dedik.

Yazımızla kesinlikle son vakaları meşrulaştımak amacında değiliz. Ama bir de iç sesimizi dinleyelim; “Masum değiliz hiç birimiz” demiyor mu? Bu alemde günahsız yokken, yıllarca herkesin yaptığı yanına kar kalırken, bir usulsüz transfer ayağına, 3 kartalımızı kimseye yedirmeyiz...

Dosya hakkındaki gizlilik kararı kalktıktan sonra, başta Başkan olmak üzere bir çok kişiye söyleyecek sözümüz var. Gizlilik kararından dolayı şimdilik susuyoruz. Dilimizin kemiği olmadığını bilenler bilir!

Başarıya "izin" verilecek mi?

Semih Erden – Beşiktaş teması uzun süreden beri mevcuttu.Zaman içinde işin maddi bölümü ve birkaç nedenlerden dolayı uzaklaşıldı. Ancak piyasada yüksek performans verebilecek uzun kalmaması, olanlarında maddi anlamda büyük külfet yaratması yada Beşiktaş’a gelmemesi, rotayı tekrar Semih Erden’e çevirdi. Son 3-4 günden beri yapılan temaslardan sonra Semih Erden, lokavt süresince kendini Beşiktaşlı yapan sözleşmeye imza attı. Bu hamleye tekrar sıcak bakılmasına neden; oyuncular ve NBA yönetimi arasında ki iplerin tekrar gerilmesi. Lokavt en azından Ocak ayına kadar sürecek, şu an itibari ile bu garanti. Eğer yeni çözüm önerileri gelmezse, sezon sonuna kadar sürebilecek gibi duruyor.

Beşiktaş açısından olaya bakmak gerekirse Beşiktaş kağıt üzerinde ortalamanın üstünde bir takıma sahip. Ama Beşiktaş’ın “ izin” verdiği ölçüde… Sezon içerisinde ödenemeyecek paralar, lokavtın Ocak ayında bitme olasılığı vs. Beşiktaş için kadrodan daha önemli soru işaretleri mevcutken, kadroya yapılan takviyeler, eksikler hakkında konuşmak oldukça güç.

Beşiktaş’ın hamle yapmayacağını Ergin Ataman, her zamanki gibi twitter hesabından açıkladı. Buradan yola çıkarak söylemek gerekirse, bir yabancı hakkını lokavta göre veya takımın performansına göre sezon arasında kullanacak. Tabi bütçe, yönetim vb. sıkıntılar olmazsa…

Nefes alma fırsatı

Tost misali sıkıştırılmış maçlar oynanırken, Beşiktaş için mutlaka kazanılması gereken bir maçtı. Hem kazanma içgüdüsünün artması, hem 28 gündür antrenman yapmayan bir takım karşısında yaşanacak puan kaybının yaratacağı ortamı savuşturmak adına alınan galibiyet önemliydi.

Tribünlerde yapılan zamları, locaların dolu olması nedeniyle makul bulan zihniyetin, daha rahat anlayabilmesine yardımcı olacak büyük boşluklar vardı. Beşiktaş, maça geçen sene Schuster’den kalan alışkanlığı ile başladı. Öne geçme hırsı, devamında baskılı oyunu getirse de Quaresma ve Simao takıma geçen seneki kadar entegre değil.  
Quaresma’nın bu durumu alışkanlık yaratmış olsa da, Simao’nun sahadaki etkisizliği ileriye dönük endişeler uyandırıyor. Özellikle topun ters kanatta olduğu zamanlarda, her iki futbolcunun da içeriye koşu yapmamaları, Fernandes- Aurelio- Necip üçlüsünün ortadan destek vermemeleri, kanat oyuncularının oyundan kopuk olmasına neden oluyor. Keza bu durum forvet hattında ki oyuncuyu ise bitmek bilmeyen yalnızlığa itiyor.


Fernandes için ayrı bir parantez açmak gerek. Beşiktaş’a geldiği günden bu yana artan performansı, Beşiktaş’ın sahadaki 11’nde değişilmez olması yolunda ilerlemesine yardımcı oluyor. Saha içindeki hakimiyeti, oyunu okuması ve pas trafiğindeki aktif rolünün yanında, duran toplara verdiği can Beşiktaş için artı değer niteliğinde. Özellikle Fenerbahçe’nin yıllardır Alex ile yarattığı durumun bir benzeri, Fernandes ile oluşmakta. Egemen, Toraman, Sivok ve Sidnei gibi hava toplarına iyi vuran stoperler ile Beşiktaş’ın duran toplardan daha çok gol bulacağı aşikar.

Ancak Beşiktaş, hücumda organize olmasa bile ne kadar aktifse, top rakipteyken o kadar pasif durumda. Beşiktaş’ın oyun tarzının kilit noktası, rakibe yapılan baskı olması gerekirken bu minimum seviyede tutuluyor. Ön alan oyuncularının bu konuda pek yardımının olmamasının etkisi de bu konuda hakim olsa da, Ernst’in yokluğu fazlasıyla etki ediyor. Necip’in özellikle hala ritmini yakalayamaması Ernst’i mumla aratan bir diğer faktör.


Ard arda oynanacak kırıcı lig maçları ve içine serpiştirilmiş Avrupa Ligi karşılaşmaları ile zorlu bir fikstüre sahip Beşiktaş, maçı alarak soluklanma şansı buldu. Kaybedilen maçların ardından toparlanma fırsatının bile olmayacağı bu ortamda, Bursaspor gibi zorlu bir deplasman öncesi alınan puan, bulunmaz nimet gibi. Ancak Beşiktaş’ın, Bursaspor ile yapacağı maç ilerleyen zaman için ne durumda olduğunun ilk ciddi testi durumunda.

Suni marka değeri…

3 Temmuz’dan itibaren şuursuzca dile getirilen marka değerinin altının ne kadar boş olduğu dün açıkça görüldü. Her iki yanda da yöneticilerin hatasından dolayı kimliğini kaybeden iki takım sahadaydı. Kurduğu kadro ile kendi rakiplerinin arasından kolayca sıyrılabilecek Ankaragücü, o kadronun yarısını kaybetmiş durumda. Takımın başında, sezon açılmasına günler kala gelen Ziya Doğan ve sahada aylardır parasını alamayıp, 28 gündür antrenman yapmayan bir takım. Süper Lig seviyesinde kesinlikle değil ve toparlanmaları çok zor.
Diğer yanda ise yöneticilerinin yürüttüğü politika nedeniyle boş tribünlere oynayan Beşiktaş. Sahada takım bir şekilde ilerlese de, Beşiktaş’ı Beşiktaş yapan tribünler bomboş. Aynı Ankaragücü gibi Beşiktaş’ta kimliğini kaybetmiş durumda. Ligin marka değerini kulüplerin kasasına giren paradan çok, sahadan ekrana yansıyanlar belirliyor. İngiltere Premier League’in, La Liga’nın, Ligue 1’in maçları sayısız ülkede yayınlanırken, Türkiye Spor Toto Ligi’nin maçlarının sınırları aşmaması bu durumun özetidir

Trivelanın ustası, gözlerinin hastasıyım


Beşiktaş'ın uzun süreden beri kendine ait bir otobüsünün olmaması, taraftarın dert yandığı milyon tane konudan biriydi. Loca karşılığında, Ulusoy firması bir otobüs hediye etmiş. Sade ve şık bir dizayna sahip, içinde her türlü lüksü barındırıyor. Basın fotoğraflarında ise Quaresma'yı şöför koltuğuna geçirmişler. Quaresma, verdiği pozla minibüs şöförlerinden farksız. Bu pozun üzerine otobüsün arkasına yazmak lazım; 'Trivelanın ustası, gözlerinin hastasıyım'

Makedon Efsanesi

Yıllar boyunca Dünya Kupası’na katılamamanın sonuncuda Brezilya takımını, kupadaki ‘’Milli Takımı’’ yapan bir ülkenin insanlarıyız. Hal böyle olunca Eurobasket2011’e erken veda eden Milli Takım yerine tutacak bir takım bulmak zor değildi. Hem tarihsel, hem de sahada verdikleri mücadele ve mazlumun yanında olma psikolojisi Makedonya Basketbol Takımı’na Türk desteğini fazlasıyla arttı.

Makedonlar ise bunun karşılığını yanlarında olan herkese fazlasıyla vermeye devam ediyor. Bu büyük başarının mimari Amerikalı Bo Mccalebb olsa bile, o artık Büyük İskender’in de önüne geçmiş bir halk kahramanı

Karadağ yenilgisi ile başlayan turnuva mücadelesi, Makedonlar adına sürekli artış gösteren bir performans ile ilerledi. Bunun en üst seviyesini ise dün oynanan Litvanya maçında yaşadık. Antic ve Smardziski’nin erken 2 faul almasın sonunda Litvanya’nın boyalı alan etkinliğini arttırmasına rağmen, Makedonya maç boyunca kendi temposuna uydurdu maçı. Son anlarda 3 sayılık atış yüzdeleri çok kötü olmasına rağmen başa baş girilen son 30 saniye ise tek başına bir maç gibiydi. Son 30 saniyeyi iyi değerlendiremeyen Makedonya, Songalia’nın verdiği ikinci şans ile İlievski’nin hayat öpücüğü takımı öne geçirdi ve Makedonya bugün yarı finalde.

Yarı final mücadelesinde İspanya karşısında yer alacak Makedonya’dan kimse galibiyet beklemiyor ve Makedonya sahada kaybetse bile, yine Türklerin tek tesellisi olan ‘’ Gönüllerin Şampiyonu’’ apoletini almış olacaklar.

Futbolun Güzellikleri

Yaşanan şike skandalından sonra herkesin tek söylediği şey '' Futbolun güzelliklerini özledik' oldu. Eğer söz konusu futbolun güzelliği ise Mansfield Town'un yeni Ceo'su Carolyn Still'i yakın takibe almak gerek. Still 'uyuyan fanları, uyandırmak istiyorum' demiş ki bu konuda hiç sıkıntı çekiceğini zannetmiyorum.

Şov Kısa Sürdü

Beşiktaş Erkek Basketbol Takımı, sezonu büyük eksikliklerle açtı. D_Will transferi ve Kobe hamlesi ile medyada gündem olan Beşiktaş, artık yaptığı veya yapacağı transferle değil ödenmeyen paralar ile gündeme geliyor.

Henüz lig maçları başlamamasına rağmen gazete sayfalarında yer alan haberler, Şeref Yalçın tarafından yalanlamasına rağmen birçok oyuncunun kulübü icraya verdiği biliniyor.

Beşiktaş’ta, maddi sıkıntıların yanında kadro belirsizliği de takımı fazlasıyla etkiliyor. Ergin Ataman, sosyal medya hesaplarından taraftara mesajlar yollasa da, Beşiktaş’ın kadrosunu inceleyenler her şeyin farkında. Rakipleri Temmuz ayının sonunda transferleri bitirip, sezonu rahatlıkla açmalarına rağmen, Eylül ayının ortalarına yaklaştığımız şu günlerde kadroya yapılacak transferlerde sürekli sorun yaşanıyor. Bu sorunlar nedeniyle hazırlık kampına tam olarak başlanılamaması, mevcut oyuncuların ritim yakalamasına ve rakiplerin seviyesine çıkılmasına engel oluyor.

D-Will, Ersin Dağlı, Barış Hersek, Can Akın, Adem Ören ve Mehmet Yağmur’u kadrosuna katan Beşiktaş’ın, 4-5 numaralı pozisyonlara yapacağı takviyeler hala netleşmiş değil. Zoran Erceg ve Petravicius isimleri yüksek sesle söylenmesine rağmen Petravicius’un yaşadığı sağlık problemleri bu oyuncudan vazgeçilmesine neden oldu. Erceg için ise şu an beklenilmekte. Olympiakos ile yaşadığı sorunlar sonrası sözleşmesini fesih eden Erceg, Yıldırım Demirören’nin onayını bekliyor.
 
En ufak transferin dahi büyük zorluklarla yapılması ve yönetici-teknik ekip-taraftar üçgeninde yaşanan büyük sıkıntılar, Beşiktaş Erkek Basketbol Takımı’nın nasıl bir sezon geçireceği hakkında fikir vermeye yetiyor.