Kartal Veresiye Çalışıyor


Tarihi, özkaynağından çıkardığı yıldız futbolcular ile kazandığı başarılarla dolu olan Beşiktaş, geçen sezondan itibaren tamamen farklı çizgide kadro yapılanmasına gitti. Aynı transfer politikasını bu yıl da sürdüren Beşiktaş Yönetim Kurulu, ödediği milyonlarca Euro bonservis bedelinin karşılığını, şampiyonluklar ve kupalarla almak isterken alacak-verecek defterinde işler tamamen tersine dönmüş durumda...

En Pahalısı Quaresma


Yıldırım Demirören Yeter! seslerinden sonra taraftarın gönlünü yeniden kazanmayı hedefleyen Yıldırım Demirören, 2010-2011 sezonu başında Beşiktaş’a tarihinde daha önce hiç yaşanmamış  bir transfer sezonu geçirtti. Uzun yıllardan beri taraftarın kadroda görmek istediği Quaresma ile başlayan harekat Guti, Simao, Almeida, Fernandes, Fatih Tekke ile devam etti. Yaptığı transferler ile bir anda bütün transfer piyasasının dikkatini çeken Beşiktaş, yaptığı bu transferler içinde 7.5 Milyon Euro ile en yüksek bonservis bedelini Quaresma için Inter kulübüne ödedi. Guti’yi bonservis bedeli ödemeden kadrosuna katarken, Simao için 900 Bin, Almeida’ya 2 Milyon, Fatih Tekke’ye ise 750 Bin Euro bonservis öderken, Fernandes’in yarım sezonluk kiralama bedeline 800 Bin Euro ödedi. Aynı zamanda Cenk Gönen için 1 Milyon Euro bonservis bedeli verilirken, Ersan Gülüm için 350 Bin kiralama bedeli ödeyen Beşiktaş, 2010-2011 sezonu için toplam 13 Milyon 100 Bin Euro transfer harcaması gerçekleştirdi.

İsimler değişti, bedeller aynı
Bu yıl bir önceki sezona göre, yıldız isimden çok genç oyunculara yönelen Beşiktaş’ta, transfer gündemindeki isimler değişse de ödenen bonservis bedellerinin bir önceki sezondan pek bir farkı yoktu. Bir önceki sezon kiralık olarak takımda yer alan Ersan Adem Gülüm ve Manuel Fernandes, gösterdikleri başarılı performanslarından sonra bonservisleri alınarak takıma uzun süre yarar sağlamaları düşünüldü. Bunun için Adanaspor’a Ersan Adem Gülüm’ün transfer bedeli olarak 2 Milyon Euro ödenirken, Manuel Fernandes için Valencia kulübüne yine 2 milyon Euro bonservis bedeli verildi. Bu dönemin en pahalı transferi 4 Milyon Euro ile Mustafa Pektemek olurken, 3.5 Milyon Euro bonservis bedeli ödenerek Atletico Madrid’ten alınan Julio Alves en dikkat çekici transfer oldu. Sezon başında büyük umutlar ile kadroya kiralık olarak katılan Bebe için Manchester United’a 1 Milyon Euro kiralama bedeli ödenirken, Bebe’nin sakatlanmasından sonra yerine kadroya dahil edilen Edu için Schalke 04 takımına 500 Bin Euro kiralama bedeli ödendi. Bir önceki sezona göre daha genç ve takım rotasyonunda yer alacak oyunculara yönelen Beşiktaş’ın rotası Avusturya ve Almanya oldu. Buradan Tanju Kayhan, Burak Kaplan ve Veli Kavlak’ı transfer eden Beşiktaş, bu üç futbolcu için kulüplerine toplamda 2 Milyon 450 Bin Euro bonservis bedeli öderken, Mehmet Akyüz için 400 Bin Euro bedel kulübün kasasından çıktı. Beşiktaş, bir önceki sezona göre daha genç ve isimsiz futbolculara yönelmesine rağmen bir önceki sezondan daha fazla bonservis bedeli ödeyerek transfer sezonunu kapatırken, transfer için kasasından 15 milyon 650 bin Euro gibi bir para çıkıyordu.

Bonservisleri ödemekle bitmiyor


Değişen transfer politikasında ödenen büyük meblağlar sadece bonservis bedelleri ile kalmıyor. Yıldız oyuncuları Türkiye’ye getirmek istediğinizde, oyuncuya daha önce aldığının çok üstünde yıllık ücret de vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu nedenle futbolcuların kulüp üzerilerindeki maliyetleri kat kat fazlalaşıyor. Quaresma yine en fazla parayı alan oyuncu olarak dikkat çekerken, onu Guti ve Simao takip ediyor. Quaresma, Beşiktaş ile yaptğı sözleşmede her sene için 3 Milyon 750 bin Euro’ya anlaşırken, Guti oynadığı dönemde 2.7 Milyon Euro senelik ücret alıyordu. Almeida yıllığı yarım sezon için 1 milyon 650 bin €, kalan 3 yılda ise yıllık 2.5 milyon €'dan Beşiktaş'la anlaşırken, Simao yıllığı 2,5 milyon €'dan 2.5 yıllık sözleşme imzaladı.

En fazla gelir Avrupa’dan


Beşiktaş için kazanılan kupalar ve Avrupa Kupası’nda atlanılan turlar, yapılan yıldız transferlerinden karşılık alabilmenin tek yolu. Yaptığı yıldız transferler ile başarıya ulaşmayı amaçlayan Siyah-beyazlı takım, kazandığı bu başarılar karşılığında hem Spor Toto Süper Ligi, hem de Avrupa arenasındaki havuzdan alacağı paralar ile kasasını doldurmanın hesabını yaparken, işler pek istenilen gibi gitmedi. Spor Toto Süper Ligi’nde beşinci olan Beşiktaş, burada yaklaşık olarak 2 milyon 800 bin TL kasasına para koydu. Beşiktaş için ise en karlı turnuva Avrupa Ligi oldu. Dünyaca ünlü isimleri renklerine bağlayıp Avrupa’da söz sahibi bir kadro kurmayı başaran Beşiktaş, geçen sezon tarihinde ilk kez Avrupa Ligi’nde gruplardan çıkmayı başarmıştı. Bernd Schuster yönetiminde ligde olmasa da, Avrupa’da başarılı bir görüntü çizen Kara Kartallar; Porto, Rapid Wien ve CSKA Sofya’nın bulunduğu gruptan bir üst tura yükselmeyi bilmişti. Bir üst turda Dinamo Kiev’e elense de, Siyah-Beyazlılar kasasına ciddi bir para koydu. Üstelik şampiyonluğa ulaşan Porto’dan bile fazla para kazanıp, önemli bir ekonomik kaynak sağladı. Avrupa Ligi’nde geçen sezon en çok para kazanan takım 9 milyon 48 bin Euro’yla Villarreal olurken, ikinci sıra 8 milyon 463 bin Euro’yla Beşiktaş’ın oldu. Şampiyon Porto, 7 milyon 837 bin Euro kazandı. İkinci turda elenmesine rağmen Siyah-Beyazlılar’ın bu kadar çok para kazanmasının ise nedeni açık: Kupaya erken turdan başlayıp, son 32 takım arasına katılması... Fazla maç oynayan Kara Kartallar, ‘market pool’ denilen ortak havuzdan en çok pay alan takım oldu.  Türkiye Kupası’nı finalde İBB’yi yenerek müzesine götüren Beşiktaş, bu turnuvadan ise toplamda 3 Milyon Euro civarında para kazanmış durumda. 

 Beşiktaş alacaklı konumda
Yıldızlara yatırım yaparak, güçlü kadrosuyla hem Türkiye, hem de Avrupa’da başarı hedefleyen ve bu başarılar sonucunda para kazanmayı düşünen Beşiktaş, tam anlamıyla hayal kırıklığına uğradı. Spor Toto Süper Ligi’nde umduğunu bulamayan, Türkiye Kupası’nı müzesine götürerek avunan Beşiktaş, Avrupa’da üst turlara çıkamasa da çok maç oynamanın verdiği avantaj ile kasasına en çok parayı Avrupa Ligi’nden koydu. İki sezonda transfere toplamda 28 Milyon 750 Bin Euro bonservis bedeli ve bir okadar da yıllık ücret ödeyen Beşiktaş,  bu sezonun gelirlerini henüz cebine koymadı. Kartal, geçen sezonda Türkiye ve Avrupa’dan 14 Milyon 300 Bin Euro civarında para kazandı.
Serencebey 55. Sayı

Bilmeden Gelen Doğrular


Beşiktaş gün geçtikçe oynadığı oyunun üstüne koyuyor. Her takımın belli zamanlar performansının yükseldiği iyi dönemler olur. Bu performansı belli standartta devam ettiren ise sezon sonu mutlu sona ulaşır. Beşiktaş’ın ki geçici bir yüksek performans mı, yoksa belli seviyede sezon sonuna kadar gidecek mi bilmiyoruz. Ancak bu performansın sahaya yansıtılmasında çok açık katkıları olan oyuncular mevcut.

En başta Hilbert’i burada konuşmak gerek. Toraman’la başlayan, Ekrem ile arada devam eden, sonra yine Toraman’a dönülen sağ bek tercihinde, Toraman’nın sakatlığı Hilbert’i ilk 11’e yerleştirdi. Her iki oyuncunun da sakatlık yaşaması, sonu hayırlı bir olaya vesile oldu. Tıpkı geçen sene sakatlıklardan sonra Ersan’nın düzenli oynaması ve takımın önemli bir parçası olması gibi. Hilbert için konuşurken, Gökhan Gönül gibi bir sağ bek benzetmesi yapamazsınız. Ancak Hilbert, Toraman ve Ekrem gibi alternatiflerinizin tam arasında bir oyuncu. Ne Ekrem kadar savruk, nede Toraman kadar hücumu etkisiz. Hepsinden az az, yettiği kadar. Hilbert’in sağ bek bölgesine geçmesinden itibaren önünde yer alan Quaresma’nın performansına bakıldığında aynı oranda yükselişe rastlamak mümkün.


Hilbert kadar takıma katkı yapan bir diğer oyuncu, Veli Kavlak. Herkes onun rotasyonda yer alacağını, kupa ve ligin kolay maçlarında sahada yer alacağını düşünüyordu. Ancak Fernandes’in ve Guti'nin disiplinsizlikleri nedeniyle takımdan kesilmesi Veli’ye yer açtı. Aynı Hilbert gibi Veli’de sahada yapılması gerekeni gerektiği kadar yapıyor. Top tekniğinin Fernanades ve Guti’den çok düşük olduğu aşikar. Ancak mücadele etmesi, takımın şu an ihtiyacı olan top tekniğine sahip bir futbolcudan daha çok ihtiyacı olan özellik. Özellikle Quaresma ve Simao’nun beraber kanatlarda yer aldığı bir takımda, Veli’nin oynadığı pozisyondaki oyuncunun top tekniğinden daha fazla şeyler göstermesi gerekli takımda. Veli’de bunu sağlıyor. Pres yapıyor, top kazanıyor. Olabildiğince kanatlara ve hücuma çabuk top ulaştırıyor.

Beşiktaş şu an ideal kadrosuna ulaşmış gözüküyor. Carvahal’in takımın başına hazırlık maçı yapmadan gelmesi, takımın şu haline bu kadar geç gelmesinin sebebide olabilir. Takımı çok geç tanıdı ve hatta hala tanımaya çalışıyor. Ernst, Hilbert, Necip ve Veli tercihleri de bu sıkıntının yaşandığının kanıtı. Ancak her ne olursa olsun, Beşiktaş sahada Fernandes’e, Guti’ye, Toraman’a ihtiyaç duyacak. Veli, Hilbert, Ernst, Necip tekrar kazanıldı. Ancak onlarında bir şekilde takıma dahil edilmesi lazım.

Ne Seninle, Ne de Sensiz...

Beşiktaş, ligdeki belki de en zor dönemecini Fenerbahçe maçında kaybettiği 2 puan kayıpla atlattı. Hem de bunu Kayserispor karşısında dibe vurmuş durumda ve 3 lig maçının arasında Kiev deplasmanı gibi yorucu bir deplasmandan gelerek yaptı. Sivasspor karşılaşmasını çok büyük şansla kazandı diyebilirsiniz. Ancak ne olursa olsun, bu şartlarda, bu tempoda, Guti ve Fernandes gibi sezon başında tahtaya “hangisini yazsak?” diye düşündüğünüz 2 futbolcunuzu kadroya almayarak puanlar kazanmak önemli.

Tabi Beşiktaş’ın dün sahada ilk 30 dakikadan sonra yok olması ve Mahmut’un yaptığı penaltıya kadar bir daha hiç gözükmemesinin sebebi, sadece Beşiktaş’ın yoğun maç trafiği ile açıklanamaz. Her şeyden önce Beşiktaş’ın, ne onlarla nede onlarsız olabilen oyunculara sahip olmanın getirdiği temel sıkıntı var. Simao ve Quaresma, hala beklenileni verebilmiş değil ve hatta çoğu kişiye göre  takıma zarar verme durumundalar. Ancak son iki maçta yaşananlar ise olayı farklı bir boyuta taşıyor. Simao’nun çıkıp Fenerbahçe’ye attığı, tamamen kendi yeteneğinin getirisi olan gol, Quaresma’nın takımın en çok asistini yapan oyuncu olması… Olanlar her şeyi tekrar gözden geçirmek zorunda, doğru bildiklerinizin yanlış olduğuna inanmanızı sağlıyor.

Pas vermeyen, bencil oyuncu Quaresma, takımının en çok asist yapan oyuncusu. Takımın en çok asist yapan oyuncusu Quaresma ise pas vermiyor diyebilir misiniz? Çok zor. Peki Quaresma’yı sahada izlediğinizde, paylaşımcı ve takım oyuncusu diyebilir misiniz? Hayır. İki büyük çelişki herkesi kafasını karıştırmış durumda. Birde Quaresma’dan beklenen “golcü” olma isteği var ki, zaten Quaresma bütün kariyeri boyunca bunu yapan bir oyuncu değil. Bu noktada önemli olan; sizin Quaresma’dan ne beklediğiniz ve Quaresma’nın ne verebildiğidir. Quaresma, hiçbir zaman kendisinden şu an istenilenleri vermedi. Oynadığı kanadın bek oyuncusuna yardıma gitmedi, kızmadığı sürece adam kovalamadı, bir sezonda 10 gol atmadı. Quaresma, Sporting’de de bunları yaptı, Barcelona, Porto, İnter ve Chelsea’de de… Bunları biliyorsanız ve Quaresma’nın takımda hala olmasını istiyorsanız, bu sefer ona göre takım kurmak zorundasınız. Arkasında oynayan bek, orta sahada oyuncular ve hatta forvet mevkiinde görev yapan oyuncu. Her şey ona göre ayarlanmalı ki, Quaresma sahaya çıksın oynasın, oynarken sırıtmasın. Barcelona, İnter ve Chelsea’de buna uygun oyuncular yok muydu? Elbette vardı, ancak o kulüpler kadrolarında birden fazla Quaresma barındırırken, Quaresma’nın emrine uygun davranmazdı. Nitekim de sonuçlar öyle oldu. Quaresma bu yüzden en fazla Sporting ve Porto’da başarılı oldu.

Beşiktaş’ın takım olamamasından bahsediyorsak, bunun sadece Quaresma veya Simao’dan kaynaklandığını düşünmek çok anlamsız. Zaten takım olabilmişseniz, Quaresma’nın yapmadıkları sizin gözünüze batmaz. Quaresma, Holosko’nun yapamadıklarını yaptığında, Ernst, Quaresma’nın kaptırdığı topu aldığında, Simao, Necip’in asla gol atamayacağı şekilde gol attığında, Cenk, Sivok’un kaçırdığı adama gol izni vermeyince takım olursunuz.

Şu anda Quaresma’ya alternatifiniz yoksa, takımınız onun olmadığı uzunca bir sürede atağa kalkmada, yaratıcılıkta vs. sorun yaşayacaksa başka çareniz yok. Eğer başa sistem, başka oyun tarzı ve buna uygun oyuncu ile yola devam edecekseniz Quaresma’dan hemen kurtulun. Beşiktaş’ta işleyen bir sistem yok. Şu anki hal ve duruma alternatif yoksa Quaresma’dan önce başka sorunları halletmeniz gerek.

Yıldızlar vs Takım


Futbolun genel  olarak dibe vurduğu yerde, bu sezonun en iyi maçlarından birine sahne oldu, İnönü.  Her iki devrenin başında baskılı oynayan ve hücumda fazlasıyla etkin olan Beşiktaş’a karşılık, her iki devrenin ortalarında Fenerbahçe’nin kontrollü ve bir o kadar organize futbolu vardı. Harika gollerin yanında, fazlasıyla da heyecan barındıran maçın hikayesinin sonunda 2-2 beraberlik skor tabelasında yazandı.  Maçın hemen başında kırılan kapı, içeri giren Fenerbahçeli taraftarlar  ve 90. Dakika sonunda sahaya atılan atkılar maçın her dakikasında konuşulacak ayrı ayrı olayların olduğunu anlatıyor.

Maç boyunca kadro olarak iyi takımın, iyi bir takım olabilen oyunculardan kurulu bir topluluğa karşı mücadelesi sahne aldı. Maç içinde her iki takım arasında gidip gelmesinin sebebi de buydu.  Simao ve Quaresma’nın bireyselliğini ön plana çıkardığı dakikalarda Beşiktaş etkili oldu. Fenerbahçe ise takım olarak organize olmayı başardığında Beşiktaş’a sıkıntılı anlar yaşattı.

Burdan yola çıkarak skora baktığınızda Beşiktaş, ancak yıldızları üst düzey oynadığında puan ve puanlar kazabilir. Diğer tarafta ise Fenerbahçe kötü oynarken bile takım olmanın verdiği avantajla oyuna tekrar tekrar geriye dönebiliyor.  Fenerbahçe’nin ileriki maçlarda sahaya çıkarken oyun olarak ezilmeyeceğini tahmin edersiniz ama Beşiktaş için o gün yıldızların sahaya koyacağı performansı tahmin edemediğiniz  için bu maçı kesin kazanır diyemiyorsunuz.

Carvahal çıkabileceği en iyi kadroyu sürdü sahaya. Mersin maçının düzeninde sadece Aurelio-Veli değişikliği yaparak sahada aynı direnci zaman zaman gösterdi. Aurelio ise Alex’i uzun süre oyunun dışında tutmayı fazlasıyla başardı. Mustafa Pektemek ise ileride iyi niyetine karşın fazlasıyla top kaybı yaptı. İkinci yarının ortasında Carvahal’in Necip, Aykut’un ise Caner değişikliği maça etki eden müdahalelerdi. Necip ile Beşiktaş oyun hakimiyetini tekrar ele alırken, belki de maçın en iyisi olan Caner’in oyundan alınması Fener’in baskı kurmasını engelledi.

Beşiktaş sahada çok iyi işlere imza atsa da  maç içinde, hala takım olmayı başarabilmiş değil. Ancak olmaması içinde hiçbir neden yok.  Beşiktaş,  Mersin ve Fenerbahçe maçında çıktığı düzende ısrar etmesi lazım. Çok küçük gibi gözüken ama 2 sezondur en büyük problem olan beklerin oyuna katkısı ve yıldızları istikrarsız hali çözüldüğünde, takım olan Beşiktaş ligin en iyi takımı olabilir.




Bu Düzen Bize Ait Değil

Uzun yıllardan beri Türk futbolunda olanların yaptıkları, yapmak istedikleri ülkede ki futbolu bitirme noktasına gelmişti. 3 Temmuz sabahında yaşananlar her şeyi çok açık ortaya koymuştu. Futbol bizim sevdiğimiz, olmasını istediğimiz, yaşadığımız futbol değil artık. Futbolun belki de bu kadar büyümesinde en büyük rolü olan taraftar, artık sadece etkisiz eleman konumunda.

Önce konfeti, sonra meşale, yarı yarıya bölüşülen tribünler, zaman zaman pankartlar yasaklandı. Taraftarın yapabileceği her şey kısıtlandı. Onların artık yapması gereken sadece yaptıkları mesaide kazandıkları parayı, kulübün mağazasında harcamaktı. Bunu yapmıyorsanız taraftar değilsiniz artık. Çünkü işleyiş, düzen böyle… Kulüp daha çok para kazanır, daha iyi kadro kurar, sahaya çıkıp oynar ve galip gelir. Senin destek vermen gerekmez, sadece tribün boş gözükmesin yeter.  Sen sahaya iyi futbolcu çıkarılması için para ver yeter, gerisine karışma.

Dün ise hem Beşiktaş taraftarının, hem de Fenerbahçe taraftarının futboldan alabileceği haz ve mutluluk duygusu elinden alındı. Tribüne gelen taraftar için deplasman tribününde rakip taraftarın yoksa orda olmanın anlamı yok. Deplasman tribününe gelen taraftarın ise duygusunu anlatmaya gerek yok. Alınan kararın skandal olduğu kesin, futbola şikeyle başlayan play-offla vurulan darbenin son noktası artık bu. TFF, İl Güvenlik Kurulu’nun kararı olduğu, Fenerbahçe ise Beşiktaş’ın istediğini beyan etti. Beşiktaş, herkesin ortak kararının bu olduğunu söyledi ve ülkede ki durumu bahane etti. Son olarak ise Valilik, “
BJK - FB maçı için alınacak güvenlik önlemleri ile ilgili toplantıda kulüplerin stada getirecekleri seyirci konusunda herhangi yasaklayıcı bir karar alınmamıştır.”  Açıklamasını yaptı. Herkes başka birini hedef gösteriyor.  

Futbol önemsenmiyor, taraftar kimsenin umrunda değil. Yönetenler ve yönetilenlerin tek amacı; kurulan bu çarkın eksiksiz ve aynı düzende yürümesi. Ancak unuttukları birşey var. Futbol adına yaratılan herşeyin çıkış noktası tribünda ve ekranın başında yer alan taraftar. Onlar yok olduğu andan itibaren ne reklamın, ne marka değerin, nede sunmak zorunda olduğun bir futbol kalacak. Beşiktaş taraftarı, sadece 15 Bin bilet almış, stad 33 Bin kişilik ve Beşiktaş taraftarı ilk kez bir derbide stadı doldurmayacak. Hala bazı şeyler bu kadar açıkken, neyin çabası bunlar?

HAYDİ HESAP SORMAYA !

Sevgili Beşiktaşlılar ,
Denetleme Kurulu sadece derneğin faaliyetleriyle ilgili usülsüzlük varsa müdahil olabiliyor, ancak bildiğiniz gibi Dernek’te sadece futbol dışı branşlar kaldı. Futbol gelir-giderleri BJK AŞ’de ve bunu denetleyen bağımsız denetim kurumları, onlar da kayıtlar doğru tutulup tutulmadığına bakıyor. Genel Kurul ise yönetimin faaliyetlerinin hissedarlara hesap verildiği yer.
BJK AŞ Genel Kurulu Her sene yapılıyor, bu sene Kasım ayında.
Kritik kararlar burada gündeme getirip oylanabiliyor.
Derneği temsilen yönetim kurulunun 100 (yüz) oy hakkı var.
1 Lot BJKAS hisseniz olsa bile katılabiliyorsunuz.
Seçimli Genel Kurul gibi değil- Kongre üyesi olmakla ilgisi yok.
1 Lot hisseniz yoksa kongre üyesi bile olsanız oy kullanamıyorsunuz !
1 Lot BJKAS hissesi aldığınızda genel kurula katılabiliyor ve oy kullanabiliyorsunuz.
1 lot BJKAS Hisse ortalama 9 TL !
HİSSE ALIMI İÇİN BASAMAKLAR;
*Bir bankadan Hesap açtırıp internet bankacılığına başvurunuz
*Açtırmış olduğunuz hesaba internetten girip “Yatırım Hesabı Aç” diyoruz. (Yatırm hesabı açmanın hiçbir mali külfeti yok)
*Açmış olduğunuz “Yatırım Hesabınız”la BJKAS hissesini seçip 1 lot alıyorsunuz (1 lot = 9 TL (yaklaşık) )
*Bazı banka müşterilerinin şube’ye gidip açtırmaları gerekmektedir (masrafsızdır)
HİSSE ALIMINDAN SONRA YAPILACAKLAR;
1- Önce hisseleri satın aldık.
2- Genel Kurul yapacak şirketin genel kurul ilanını bekliyoruz.
3- Hisseleri satın aldığımız bankaya bir yazı yazarak ,
-hisse miktarlarımızı,
-hisse seri nolarımız,
- değerlerini
bildirmesini, ve genel kurul ilanında belirtilen tarihte (bu uzun tutulabilir) takasbankta bloke edilerek, blokaj yazısının tarafımıza gönderilmesinin sağlanmasını, rica ediyoruz. (Anlaşacağımız aracı firma hepsini yapar)
4- Banka takasbank ile yazışma yaparak 2-3 gün içinde hisse bilgilerini içeren blokaj evrağını tarafımıza gönderiyor.
5- Bu evrakı genel kuruldan 1 hafta önce (daha önce olursa garanti olur) şirkete iletiyoruz.
6- Bu evrakla birlikte gidip oy kullanabiliyoruz.
7- Vekalet verecek olan hissedarlar, şirketin vekaletname örneğini doldurup (Vekalet örn. ) notere tasdiklettikten sonra bunu da yukarıdaki evrakla birlikte şirkete 1 hafta önce teslim ediyor ve o şekilde oy kullanabiliyor.
HEPSİ BU KADAR !!!

oncebesiktas.com

Beşiktaş'ın "tasarruf" aklı

Beşiktaş mali tablo açısından tarihinin en karanlık dönemine doğru sürükleniyor. Henüz çok kısa bir süre önce 355 Milyon TL borcu olan kulüp, bugün 467 Milyon TL borca sahip. Bunun 106 Milyon TL’si Yıldırım Demirören’e… Açıkçası bu rakamın böyle kalabileceğini düşünebilen varsa, hızla buralardan uzaklaşsa iyi olur. Beşiktaş’ın hal ve durumuna baktığımızda Yıldırım Demirören’nin elini cebine fazlasıyla atacağı aşikar. Tabi takımı bu duruma getirende kendisi. Beşiktaş’ın kendi gelirlerini doğru kullanamayıp, üstüne borç yapan, sonra o borçlara karşılık gelirleri temlik altına alan ve kendi cebinden para koymak zorunda olan bir “başkan” ile karşı karşıyayız.

Bugün medyada çıkan haberlerde ise Beşiktaş’ın giderleri kısacağı, bunun için BJK TV’den 15 kişinin çıkarılacağı yazıyordu. Biz zaten BJK TV’nin giderinin olmadığını düşünüyorduk, çünkü aylardır maaş ödenmeyen bir kurumun, eleman masrafı da olmaz. BJK TV’nin çalışanlarının yaklaşık 6 aylık alacakları mevcut.

Haberlerde geçen ilginç bir nokta daha var. Beşiktaş’ın geçen sene 8 Milyon TL olan şehir içi ulaşım masrafı, bu sene 61 Milyon TL olmuş. Bu konuya kafa yoran kişilerle çok konuştuk, ancak anlam veremedik. Nasıl arttı bu gider, ne yaptın? Herhalde Ümraniye’de bir uçak pistine sahibiz ve her oyuncu kendisine tahsis edilen uçaklar ile tesislere geliyorlar.  

Senelerden beri tasarruf yapmak isteyen şirketlere rastlamışızdır. Genel politika yaşı ilerlemiş, çok maaş alan kişileri öncelikli olarak gönderilecek listesine koyarlar. Onların yerine ise genç, daha çok iş yapabilen, bir o kadar da az maaş alan kişileri tutarlar. Beşiktaş’ta ise fon aracılığı ile genç oyuncuların Avrupa’ya pazarlanarak, bu oyuncular üzerinden gelir sağlanacağı söylenmiş. Genç oyuncular; Veli, Muhammed, Atınç, Necip, M. Pektemek gibi isimler. Yerlerine kalacak olan ise Guti gibi pahalı ama bir o kadarda yaşlı ve kulübe para kazandırmayacak kişiler. O zaman Beşiktaş’ın tasarruf politikasında bir terslik var. Bir çok konuda olduğu gibi… Bir başka konu ise bu gönderilecek isimlerin içinde Quaresma, Fernandes ve Almedia’nın olduğu ve bu oyunculardan da para kazanılmak istendiği üzerine. Gençlerin gittiğini varsayarsak, Quaresma, Fernandes, Almedia gibi oyuncularında gitmesiyle beraber takımdan yaklaşık bir 10 kişinin eksildiği görülüyor. Bir sezonu oyuncu sayısı bakımından sıkıntı çekmeden geçirmek isteyen bir antrenör orta vasıflarda oyuncuları takıma katsa bile ciddi bir masrafın ortaya çıkacağı açık. Yani bu tasarruf paketi ile giderleri azaltamamanın yanında, üstüne daha fazla masraf çıkartmış oluyoruz.

Tabi kulüp içindeki kan emiciler, akbabalar, Beşiktaş’tan menfaat sağlayan ve kulübe tek bir katkısı olmamış adamların durmasında sakınca yok. Onların sözde blok oyları var, 2013’te de seçimler.

Geçen Sezona Bakmak Gerek

Beşiktaş, oyun anlamında görebileceği en dip performansını sergilediği bir maçı geride bıraktı. Zaten taraftarın tepkisi de bu yüzdendir.  Beşiktaş bir çok maçını kötü oynamış, çok ağır mağlubiyetler almıştır. Ancak sahada bu kadar umursamaz, isteksiz, rakip oyuncu ile omuz omuza tek bir mücadeleye girmediği maç yoktur. Buna Liverpool maçını dahi ekleyebilirsiniz. 


Tabi dün sahada olanların bir çok nedeni var.  Artık herkesin açıkça gördüğü Quaresma, Simao formsuzluğu, Fernandes istikrarsızlığı, Edu’nun Beşiktaş için hiçbir zaman yeterli olmayacak performansı var.  Edu’yu dışarıda bıraktığınızda, kulübün, taraftarın, hatta rakiplerin bile en çok performans beklediği 3 oyuncu, bu kadar rahat ve formsuz olunca isyan bayraklarının yükselmemesi imkansız. Özellikle Carvahal’in de sürekli şekilde bu düzlemde ısrar etmesi, hocanın sergilediği sempatik tavırları da tam tersine çeviriyor.


Tribünler için sahada olan şeyler önemlidir. Mücadele, hırs ve tabelada üstünlük göremez ise antrenörden önce sahadaki oyuncuyu yargılar. Hem de acımasızca ve sorgulamadan bunu yapar.  Fernandes’in istikrarsız bir oyuncu olduğu kariyerinin şekillenmesinden bile anlaşılabilir. Ancak Fernandes, Beşiktaş forması altında sergilediği kötü performansın %80’nini dün sahada yer aldığı pozisyonda gösterdi. Fernandes’den maksimum verim almak istiyorsanız, Guti’nin yerinde onu değerlendirmeniz gerekir. Keza Fernandes maksimum performansına hep bu pozisyonda yer alırken ulaştı. Tabi dün sahada yer alan Fernandes’in yerinde Necip veya Ernst’i oynattığınızda, beklediğiniz performans için maksimum ihtimalde sahaya çıkarsınız.


Aynı şey Quaresma ve Simao içinde sahada geçerli. Bu iki futbolcunun tamamen temiz olduğu düşüncesinde değilim. Carvahal’in performanslarına karşılık ısrarla ve sorgulamadan tahtaya isimlerini yazmasının da bunda etkisi olduğu muhtemel. Ancak aynı Fernandes örneğinde olduğu gibi, sol ve sağ beklerinizin çok verimli olmadığı bir takım tertibinde, orta sahayı Aurelio-Fernandes-Guti üçlüsünden oluşturduğunuzda zaten koşmayan bu ikili iyice oyun dışında kalmış oluyor. Orta saha kaybettiği topu bir kez daha kazanamayınca, top her iki oyuncuya da bir daha ulaşmıyor.  Topu aldıklarında ise ne arkalarında, ne yanlarında nede forvette oynayan oyuncu ile koordineli bir oyun ortaya koyamıyorlar.  Bunda orta sahada üçlülünün statik oyunu, Edu’nun top alışverişinde ne yeteneği nede zekasının yeterli olmadığı düşünülürse Quaresma ve Simao’nun umursamaz oyunundan daha önce konuşulacak sıkıntılar var.


Tayfur Hoca’nın çözmüş olduğu sorun buydu ve Tayfur Hoca ile yakalanan ivmenin sebebi de buydu. Dirençli orta saha, her iki oyuncuya da yardımcı olabilecek forvet Almedia’nın sahada olması ve bek oyuncularının kısmen yardımcı olması ( İsmail ve Hilbert ). Tayfur Hoca ile oynanan son lig maçlarına baktığınızda Quaresma’nın ve Simao’nun, bugünden oldukça farklı bir görüntü ile ceza sahasına girerek etkili olmaya çalıştığı ve sonucunu da aldığını açıkça görebiliyoruz. İBB kupa finali, İnönü’de kazanılan Kayseri, içerde oynanan Galatasaray maçı ilk akla gelenler. 


Beşiktaş için taktik anlamda sorunlarda ortada, çözümlerde…  Sadece daha fazla düşünmek, belki de Metris’e bir danışmak yeterli olacak. Geri kalanı takım içi düzen ve yaratılacak ortam. Olumlu sonuçlar alındığında, Carvahal’in bu işi kolaylıkla yapabileceğini gördük.


Beşiktaş, sanılan kadar karanlık bir ortamda değil ama hamleler bir an önce yapılmazsa karanlığın tam ortasında kendisini bulabilir. Önünde Kiev ve Fenerbahçe maçı gibi çok önemli iki maç var. Biri gruptan çıkmayı hemen hemen garantileyebileceği, diğeri de hem rakibine çelme taktığı, hem de camiayı ayağa kaldıracağı maç. Zaman ne kadar kısa olsa da, yapılabilecekler içinde o kadar uzun zaman gerekmiyor.



Sadece Beşiktaş, Her Yönüyle Beşiktaş!

Takımın sahada puan kazanması, kadroda yıldız tabir edilen oyuncuların yer alması çoğu taraftarı mutlu edebilir. Ancak Beşiktaş’ta bunlar ile mutlu olmayan insanlar da var. Onlar kulübün borç batağında olmasından, genç oyuncuların fon peşkeşine kurban olmasından, basketbolda oyuncuların yaz sıcağında komando gibi zorla çalıştırılmasından, hentbolcuların parasını alamamasından ve daha bir çok şeyden rahatsız.


Onlar Denizlispor maçında, başkanın adamları tarafından dövülen adamlar. Pazar Günü, Kazan’nın yanında buluşacaklar ve rahatsız oldukları şeylere karşı yürüyecekler. Belki 50, belki 100, belki 1000 kişi olacak. Ancak sayının pek önemi yok, tribünde hala vicdanı rahat etmeyenlerin olduğunun bilinmesi yeterli, zaten illa bir sonuç alınacak veya alınmalı diye bir kaide de yok. Herkes merak ediyor, araştırıyor. Bu yürüyüşün arkasında kim var, kim organize ediyor? Kimin yaptırdığının, organize ettiğinin bir anlamı yok. Neden, niçin yüründüğünün, bu yürüyüşe nelerin neden olduğunun anlaşılmasına ihtiyaç var. Anlaşılmasına daha yardımcı olması içinse, videoya bir göz atmak gerek.


                          

Sonumuzu Bilemeden, Başka Mutlu Sonlar İzliyoruz

Dün Kayseri’de, geçen sezonun final-four serisi devam ediyormuşçasına maç izledik. Aynı heyecan, aynı hırs, aynı atmosfer… Fenerbahçe Türkiye Kupası yorgunluğunu yaşarken, Galatasaray hem Euroleague, hem Türkiye Kupası yorgunluğunu beraber yaşıyordu.

Bu yorgunluk saha içine de yansıyınca, maç içinde bir çok kez kırılma noktaları, oyunda ciddi seyir değişimleri yaşandı. İki uzatmaya giderek uzun süre unutulmayacak bir kupa finali olan Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında galip gelen Galatasaray oldu. Oktay Mahmuti ile beraber 3 yıllık bir planlama ile tekrar kalkınmayı hedefleyen Galatasaray, kalkınmayı çoktan geçti. Artık Türkiye basketbolunda en tepeye yerleştiler. Lig finali oynayan ve Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanan Galatasaray, bunla yetinmeyecek gibi duruyor. Artık onlar için ilk hedef ligde geçen sene koydukları çıtanın üstüne çıkmak ve Euroleague’de TOP 16 hedefi.

Beşiktaş olarak çok fazla şeyler çıkartmamız lazım bu finalden. Kadro yapılanmaları, taraftar, organizasyon, hedefler vs. Çok gerideyiz şu anda. En basitinden, bugün D-Will ve Semih Erden lokavt süresince buradalar ve kadro iki ismi çıkarttığınızda ligin sıradan bir takımından farklı değil. Dün sahada yer alan Galatasaray’da ise Zaza takımın temel parçası konumunda değildi. Tabiî ki takıma çok kısa süre önce katılması, sisteme tam olarak oturmaması bunların etkisinde ama Galatasaray eksikliğini hissetmeden sahada mücadele etti ve kupayı kazanma başarısı gösterdi. Lokavt bittiğinde Galatasaray, Zaza’dan aldığı performans yanına kalmış olurken, yoluna aynen, eksiksiz ve tam kadro olarak devam edecek.

Fenerbahçe ise artık her şey sistematik olarak ilerliyor. Kulüp olarak yaşadıklarından sonra toparlanması çok zor bir noktaya geldiler. Belki yaşananları başka bir kulüp yaşasa, şu an basketbol takımı çok farklı noktada olabilirdi. Ancak o kadar sağlam temeller üzerine oturtulmuş bir takım ve organizasyon varki, en büyük krizlerde bile küçük hasarlar ile çıkabilmeyi başardılar. Tabi bu yaşananlarda, Basketbol Şubesi’ni futboldan olabildiğince ayrı yönetmenin başarısı da göz ardı edilemez.

Ortada çok açık bir şey var ki, Fenerbahçe ve Galatasaray basketbol olarak fazlasıyla büyüdüler. Galatasaray kimsenin tahmin etmediği şekilde ayağa kalktı ve Efes’in Türkiye basketbolunda ki tahtına adaylar. Her iki takımında gelecek seneki ortalamalarını tahmin ederken, Beşiktaş’ın iki hafta sonrasını bilemeyecek durumdayız. Nereye gittiğimizi bilmediğimiz bir yerde, yanımızdan gelip geçenleri seyrediyoruz. Ve bizi durdurup, arkamızdan destek verip, geri dönmemizi sağlayacak tek bir kişi bile yok.

Türkiye - Azerbaycan (Türkiye İlk 11'i)

                                  
Almanya ile oynanan maçtan sonra çok şey konuşuldu. Artık bu dakikalardan sonra söylenecek çok şeyin bir değeri yok. Bugün sadece 90 dakikalık bir fırsat varken, Türk Milli Takımı’nın elinde olan hiçbir şey yok. Almanya Milli Takımı’nı seçtiği için her fırsatta yerden yere vurduğumuz Mesut Özil’in, ayaklarından çıkan her topun kale çizgisini geçmesine duacı olacağız. Kaderin bir oyunumu bilmiyorum ama tam bize uygun bir ortamdayız. Bugün alınan sonuçlardan sonra her gazeteci, her vatandaş dün ağzından çıkan kelimelerin tam tersini söyleyebilir.

Hiddink, Azerbaycan’a karşı sahaya süreceği kadroyu açıkladı. Sahaya kısmen daha sert, daha fazla mücadeleci bir kadro sahaya sürmeyi tercih etmiş. Almanya karşısında sahaya çıksın diye cezasını indirmek için her şeyi yaptığımız Selçuk İnan’nın kadroda yer almamasının sebebi de bu olsa gerek.

İleride Kazım-Arda-Burak üçlüsüyle sürekli yer değişen, hızlı, gol vuruş becerisi yüksek, teknik kapasitesi iyi durumda olan bir forvet hattını, Hamit-Emre-Mehmet Topal ile hem baskı yapan, hem topu hızlı şekilde ileriye taşıyan bir orta saha kurgulamış Hiddink. Her iki üçlü grubunda, savunma ve hücumda birbirlerine vereceği destekle oldukça güçlü bir orta saha ve hücum hattıyla sahaya çıkıyoruz. Almanya maçında da aynı kadro düşünülebilinir miydi? Neden olmasın ama artık önümüzdeki kalan son maçı düşünmek zorundayız.

Azerbaycan’ı bir şekilde geçeceğimiz kanısındayım ama Almanya’nın Belçika karşısında fazlasıyla zorlanacağını ve bizim hiç hoşumuza gitmeyecek bir sonucun bile çıkabileceği duygusuna sahibim.


 

Alacak Defterine "Beşiktaş" Yazdık



Beşiktaş’ta 3 gün içinde olanlar, yönetimin ne halde olduğunun kanıtı. Bir anda çözüldü Yönetim Kurulu, zaten daha önceleri sadece isimleri ile orada olan yöneticiler mevcuttu. Bunu Yıldırım Demirören’nin yönetim tarzı da destekledi. Onun için yönetimde söz sahibi bir çok kişinin bulunması, kolektif ve verimli bir çalışma stili değil. Ona göre herkes bir fikir ortaya koyarsa, herkesin işine karışması anlamına gelir. Bu yüzdende senelerden beri Yıldırım Demirören’nin bir doğrusu sonrası, on yanlış geliyor.

Zapotocny ve Sivok’un, Beşiktaş’a transferleri çok konuşuldu. Her iki oyuncunun bir önceki transfer döneminde, alındıkları paranın çeyreğine teklif edilmesi ve alınılmaması iddia edilmişti. Bu iki transferde ise asıl önemli iddia; Zapotocny ve Sivok’un, aslında 4.5 Milyon Euro’a alınmışken, kulübe edilen faturanın iki katı olması. Beşiktaş, bugün 3 Milyon Euro Udinese kulübüne borç ödemek zorunda kaldı. Kasasında nakiti olmayan bir kulübün yaptığı gibi başkan çek defterini cebinden çıkartıp, üstünü karaladı. Bir yandan da Beşiktaş’ın borç hanesine bir satır daha ekledi.

Diğer olay ise Aktif Reklam ile yapılan sözleşme feshinde, yapılan uygunsuzluk. Hakkı olmayan şekilde kulübün sözleşmeyi iptal ettirmesi sonucu, açılan davada Beşiktaş 10 Milyon ödemeye mahkum edildi. Bir kulüp yapılan sözleşmeden memnun olmayabilir, daha iyi bir anlaşma zemini hazırlanmış olabilir. Bu sebeplerden dolayı mevcut sözleşmenin feshini de istemiş olabilir. Ancak bunu yaparken kulüp avukatına yasal yükümlülükler sorulur, devam eden sözleşmenin diğer tarafı ile anlaşma yoluna gidilir. Mali işlerden Sorumlu yönetici, sözleşme iptali sonrasında olabilecek sorunları veya avantajları dile getirir. Tabi bunların hepsi normal bir kulüp yönetiminde geçerli olurken, Beşiktaş Yönetim Kurulu için bu söz konusu değil.

Beşiktaş, sırf Yıldırım Demirören’nin bu yönetim tarzı yüzünden bugün gereksiz borçlanma içindedir. Del Bosque’ye ödenen 8 Milyon Euro, Aktif Reklam’a ödenecek 10 Milyon Dolar ve iddialar doğruysa Sivok ve Zapotocny transferinde kulübün kasasından çıkan ekstra 4.5 Milyon Euro. Sadece yöentimin kendi hatalarından kaynaklı borçlanmanın, bugün ki TL karşılığı hemen hemen Yıldırım Demirören’e olan borcun yarısı. Yıldırım Demirören her seferinde, kulübe yardım ettiğini, çocuklarının rızkı olduğunu vurgularken, Beşiktaş’ı paraya muhtaç ve başkanından borç alacak duruma kendi hatalarının getirdiğinin farkında değil.

Bir gün borçları ödeme sırası geldiğinde Beşiktaş, bu borçları bir şekilde kapatır. İki yıl transfer yapmaz, Avrupa’dan gelen parayı oraya aktarır vs. Yıldırım Demirören, kaybettirdiği şeylerin hesabını nasıl ödeyecek? Beşiktaş bugün saygınlığını, öz kaynağını, amatör branşlarını, güvenirliliğini, taraftarını, Beşiktaş’ı Beşiktaş yapan her şeyi kaybetti. Bunun karşılığı hangi parayla ödenir?

Kim Olduğumuzu Onlar Söyleyecek!



Ya haddimizi bilmiyor oluyor, yada çok alçaktan uçuyoruz. Türk futbolu aslında hiçbir zaman nerede olduğunun farkına varamadı. Dünya 3.lüğünü küçümserken, dengimizin aslında çok alt seviyelerdeki takımlar olduğuna inananlardık. Zaten futbol stilimizde böyle bir çelişki içinde yer aldığından dolayı da, futbolumuz sadece "kaos" üzerine kuruluydu.

Anlık performanslar, anlık tetikleyici olaylar ile sahaya çıkıp kazanan yada kaybeden olduk. Sırf bu yüzdende, kendi hakkımızdaki gerçeğin ne olduğunu bilemedik senelerce ve hala bilmiyoruz. Hiddink'in açıklamalarında, sürekli bahsettiği Almanya'nın bizim dengimiz olmadığı ve haddimizi bilerek oynamamız gerektiği konusu sonuna kadar doğruydu. Peki ya dengimizin altı olan veya dengimiz dediğimiz takımlara karşı takındığımız tavır nasıl açıklanmalıydı? Grubun en zorlu rakibi ile oynanacak maçı, kader maçı haline getirmek ve daha sonra Almanya'nın bizim çok üstümüzde olduğunu kabullenmemiz gerektiğini beklemek. Türk milleti açısından fazlaca hayalperest yaklaşım olsa gerek. Hiddink'in kadro seçimleri, oynattığı futbol, yapmak istedikleri veya Türkiye'nin kendi şartları... Çok fazlaca üzerinde durulup, sayfalarca yazı yazılır, günlerce üstüne tartışılabilir. Ancak Türkiye asıl kader maçını ve hatta maçlarını, Almanya maçı öncesi oynadı. Avusturya ve ikincilik koltuğuna adaylıkta ki en büyük rakibi Belçika maçları Türkiye'nin asıl kader maçlarıydı.

Eğer Almanya dengimiz değil ve yenme ihtimalimiz olsa bile çok düşük şeklinde bir düşünceyi  kabul ediyorsak, Türkiye oynadığı Belçika ve Avusturya maçında elindeki en büyük kozu kullanmak zorundaydı.  Her iki maçta da beraberliğe kilitlenmek, yenme ihtimalimizin fazlasıyla olduğu her iki maçı da rölantide oynayıp Almanya maçını kader maçına çevirmek sahada yapılanlardan daha büyük bir yanlıştır.  

Bu açıdan bakıldığında Türkiye, ikinci sırayı Almanya maçında yenilerek değil Belçika ve Avusturya deplasmanlarında berabere kalarak kaybetti.  Ne yazıkki bunun nedeni de, yazının başından bahsettiğim seviyemizin ne olup, ne olmadığı hakkındaki karmaşamızdan kaynaklanması. Almanya’nın  altında, Belçika ve Avusturya’nın üstünde, aslında hiç kimsenin oranın neresi olduğunu bilmediği bir Milli Takım tanımlaması çizdik kendimize. Şimdi ise hakkettiğimizin ne olduğuna yine başkaları karar verecek.


Elin Oğlu Çalışıyor

Biz basketbolda oyuncu seçimini bile yapamazken, Barcelona Palau Blaugrana'nın parkelerinde yer alacak dansçı kızlar için seçmelerinin başlayacağını duyurmuş. Basketbolun başlı başına nasıl bir organizasyona sahip olmasının gereğinin kanıtı belkide Barcelona. Yapılacak seçmeler içinde özel bir tanıtım videosu hazırlanmış.

Başsağlığı Mesajı!!

Başbakan Tayyip Erdoğan'nın annesinin vefat ettiği haberi sabah saatlerinde duyuruldu. Beşiktaş Kulübü'de bu üzücü durum üzerine "Başsağlığı Mesajı" yayınlamış. Resmi sitede Yıldırım Demirören'nin, ağzından yapılan açıklamada "Kıymetli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın annesi Tenzile Erdoğan'ın vefatı beni, ailemi ve camiamızı derinden üzmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti'nin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi hedefinde büyük işler başaran, son yılların en büyük ekonomik yükselişinin mimarı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı bizlere armağan eden, vefakâr annelerimizden Tenzile Erdoğan'a Allah'tan rahmet, Erdoğan ailesine ve yakınlarına başsağlığı dilerim. "
sözlerine yer verilmiş.

Başsağlığı metni, amacından çok uzakta, çıkar amacı güdülen bir araç haline dönüştürülmüş. Orada yapılan açıklama Demirören Şirketleri'nin başındaki kişi olarak değil, Beşiktaş Kulübü'nü temsilen yapılan açıklamadır. Ağızdan çıkan her söz Beşiktaş'ın fikri ve beyanıdır. Kendi kişisel çıkarlarına bu kadar kolay bir şekilde, Beşiktaş'ı alet etmek ayıptır.

Ne Rüya Takım Ama!

Dexia Mons mağlubiyetiyle, EuroCup’a veda eden ve belki de daha önce defalarca söylediğimiz gibi çöküşün n büyük adımını atan Beşiktaş’ın bazı kişilerin elinde oyuncak olduğu aşikar. Yaz boyunca Beşiktaş, var olduğu zamandan bu yana belki de en çok spekülasyon yaşadığı transfer dönemi geçirdi. Menajerler ve onların çıkarlarını, kendi çıkarlarına dönüştürmek isteyen kişiler tarafından sosyal medya hesapları üzerinde yaratılan suni günden, hedef göstermeler, süreci değiştirmeler fazlasıyla görüldü.

Tabi bu durumundan en çok Beşiktaş zarar görürken, taraftarın gözü boyandı, 2 liralık oyuncular 4 liraya imza attı. Menajerler alacaklarını kapadı, yardım edenlerde cebindeki boşluğu.

Serencebey ve BjkBasket yazarlarından Hürol Yöney, Beşiktaş’ın bütün yaz boyunca transfer gündemini ele almış. Tabi başkalarının kendi elleriyle yarattığı gündem.

Rüzgar gibi, gelmeleri ve gitmeleri (!) bir oldu bu yıldızların.
Andre Smith, Benjamin Eze, Charles Smith, Judson Wallace, Vladimir Golubovic, Vince Carter, Corey Maggette, Zaza Pachulia, Ersan İlyasova, Hido Türkoğlu, Mehmet Okur, Cemal Nalga, Caner Ercan, Ersin Görkem, Evren Büker, Nedim Yücel, Ali Karadeniz (Wright), Renaldas Seubutis, Kaspars Kambala, Erkan Veyseloğlu, Yunus Çankaya, Ömer Aşık, Will McDonald, Daniel Ewing, Jamal Crawford, Carlos Delfino, Kobe Bryant, Anthony Parker, Joel Freeland, Milko Bjelica, Reha Öz, Pero Antic, Tarıq Kirksay, Kevin Durant, Matjaz Smodis, Donatas Motiejunas, Mario Kasun, Kyrylo Fesenko.
Evet yanlış görümüyorsunuz yukarıda yazılan isimler yaz boyu transfer döneminde takımla ilişkilerindirildi. Kırka yakın isim ve ne kadar mükemmel bir skala değil mi ? Kobe ve Durant’dan tutun da milli takımın yıldızlarına kadar her isim var bir rüya takım gibi,  hayal dünyasında; lig ve Avrupa şampiyonu olmuşuz biz, gerçek Dünya neyimize! Sosyal medyadan yapılan umut tacirliği bunu kullanmak isteyen, gırtlağına kadar populizmin esiri olmuş ve Beşiktaş’ı kullanan oluşumlar. İşte sonucu bu hafta görüldü, ezeli rakibinin Euro Lige katılmasının ertesinde Beşiktaş üç numaralı kupa Euro Challenge’ın yolunu tutmuştur.
Temmuz ortasından beri adeta geliyorum diyen tabloyu sıkça dile getirmeye başlayanlara, aşırı karamsar veya pesimist yakıştırması yapıldı ve insanları olabilecekleri öngürmesi büyük bir dezenformasyonla engellendi. Hatta bu noktada Orkun Çolakoğlu’nu şahsım adına kutluyorum. Yaz boyu kontrat feshine zorlanması için sürekli idman yaptırılan Bekir, Cüneyt ve Serhat hadisesini şubenin yüzüne inatla vurmaya devam etti ve başkaları gibi kafasını kuma gömmedi.
Tüm bu olanlara ek olarak yaşadıklarım ve gördüklerim şunu net olarak göstermiştir ki başıboş kalan bir kulüp transfer döneminde menajerlerin elinde oyuncak olur ki, ligimizde bir çok takımın kuruluş aşamasında artık oyun sisteminin en son düşünülen şey olduğu çok ama çok net gözler önüne serilmiştir. Neticede buna çanak tutan herkesin Beşiktaş’a verdiği zararın boyutları Dexia yenilgisinden de çok ama çok daha büyüktür. Ne kötüdür ki bu kötü durumun mesulu olanlar 2-3 gün için sessizliğe bürünecek olayın sıcaklığının geçmesini bekleyip sonra tekrar hiç bir şey olmamış gibi ortaya çıkacaklardır.
İşin taraftar kısmına gelince görünen o ki yönetim interneti oldukça iyi kullanıp kitleleri gayet güzel bir şekilde manipule edebiliyor ve hedef gösterdiği kişileri taraftar ve kamuoyunun linç etmesine sebebiyet verecek kadar ortamı kaşıyor. Koçluklarını sonuna kadar eleştirebilirsiniz ama kulübünün ekonomik şartlarını her zaman koruyan insanların kulüpten gidiş arifesindeki taraftarın takındığı tutum, vefa ve teşekkür kültürünün yozlaşma sonucu tamamen kaybolması mevcut tabloyu hazırlamıştır. O yüzden Dexia Mons’a elenmek üzülerek söylüyorum ki bir hakediştir.

BjkBasket.com/Hürol Yöney  

Yönetmek İçin Zeka Gerek

Deron Williams transferi, Türk oyuncu rotasyonunun sıfıra yakın olması, eldeki oyuncuların kaybı, sponsor sorunu, takımın Ağustos ayında kurulması… Bütün bunları açık açık görürken, herkesi uyarmaya çalıştığımız bir ortamda “Nankör” ilan edildik. Demirören’nin fedakarlığını, yıldızlarla dolu kadroya sahip olduğumuzu, Dünya’nın bizi konuştuğunu söylediler. Ancak bizim söylediklerimiz onlara göre safsata idi. Dün yaşananlarda sonra ne kadar haklı korkulara sahip olduğumuzu, acı olsa da öğrenmiş olduk.

Beşiktaş Basketbol Şubesi, dün gece yaşananlardan sonra tarihinde ki en kara geceyi yaşamıştır. Bu kanı, kaybedilen bir maç üzerine oluşmadı. Dün sahada Beşiktaş’ın tamamen yok olduğuna gözlerimiz ile şahit olduk. Bütün yaz boyunca, Beşiktaş ile alakalı kafamızdaki kuşkular, yüreğimizdeki korkuların gerçekleştiğini gördük. En tepede alınan Basketbol Şubesi, o günden bu yana kademeli olarak dibe vurmaya başlamıştı ve bugün artık en dipteyiz.

Beşiktaş dün sadece bir maç kaybetmedi. Her takım benzer şekilde sonuçlar alabilir. Dünya’da dün geceki maçın milyon tane benzerini bulabilirsiniz. Ancak Beşiktaş dün tam anlamıyla beyaz bayrağı çekti. Beşiktaş için bu sene son fırsattı her şeyi yola koyulabilmek açısından. Ancak yaşanan sıkıntılar, sorumsuzlukla birleşince bataklığın dibine doğru yol almaya başladık. Dün ise en büyük adımı da atmış olduk. Beşiktaş Basketbol Şubesi artık yamanarak kapatılacak çatlaklara sahip değil. Beşiktaş için en baştan bazı şeylerin yapılması lazım, en temelinden başlayarak.

Basketbol planlamanın en kusursuz şekilde yapılması gerektiği bir spor dalı belki de. Taşları yerine doğru oturtmanın dışında, devamlı olması içinde altını sağlam bir şekilde doldurmanız gerekli. Bunun ne kadar doğru olduğunu da 2 yıl içinde Galatasaray ve Beşiktaş’ın geldikleri noktaları birbirleri ile kıyaslamak yetecektir. Sadece basit bir gözlem bile her şeyi anlatmaya yeterli.

Galatasaray, az bütçe ile maksimum verim almaya çalıştıkları bir kadro kurdu. Asla büyük başarılar ile kendi taraftarlarını kandırmadılar. Takımın başına ise disiplinli, sistemli Oktay Mahmuti’yi getirdiler. Galatasaray, sezon içinde takım olarak büyüdü. Her galibiyette onlara inanlar arttı ve sonucu Abdi İpekçi’de oynanan final karşılaşmalarında gördük.

Euroleague’e katılım hakkını elde etmiş Galatasaray, büyük paralar harcayarak, yıldız isimleri kadrolarına katabilirlerdi. Ancak onlar sistem içine oturabilecek, Avrupa basketbolunun iyi isimlerini kadroya dahil etmeyi tercih etti. Karşıyaka’dan Furkan Aldemir, Avrupa ve NBA’in önemli isimlerinden Songalia ve Barcelona’dan Lakoviç. Hiç biri D_Will kadar star, kariyerli değil. Ancak ne yazık ki, basketbol sadece yıldızlar ile oynanmıyor. Tıpkı futbolunda sadece yıldızlar ile oynanmadığı gibi. Bugün baktığınızda Galatasaray’ın transferinin en pahalısı Lakoviç, bedeli 1 Milyon Dolar. Beşiktaş ise 3,5 Milyon Dolar’a Deron Williams’ı kadrosuna katmış. Galatasaray hiç küçümsenmeyecek rakipler ile oynadığı 3 maç sonrasında Euroleague katılma hakkı elde ederken, Beşiktaş Dexia Mons karşısında elendi. D-Will Ocak ayında takımı terk edecek olmasına rağmen Beşiktaş kadroyu onun üzerine kurdu, Lakoviç belki seneye de takımda kalacak ve en önemli parça olacak. Buna karşın Beşiktaş, lokavt sonrası gideceklerin yerine Ocak ayından itibaren oyuncu bulmaya çalışacak. Yeni oyuncular, yeni sistem ve belki de yeni coach arayışına girecek. Galatasaray’ın mevcut kadrosunu koruyup, sadece birkaç takviye ile Euroleague’te bir üst turu arayabilecek fırsatı olacak. Ve en önemlisi Galatasaray seneye Euroleague’de yer bulacakken, Beşiktaş EuroCup’a bile giremeyecek.


Bir organizasyonu yönetmek, takım oluşturmak başarıya gitmek için para en önemli etkendir. Ancak bir spor organizasyonu yönetmek için akıl ve zekada gereklidir.

"Stoke City" dediğin tek dişi kalmış canavar

Maçtan günler önce coğrafya bilgisi ile bizi kendine hayran bırakan Tony Pulis’in, söylediği ile uyguladığı şeyin çok ayrı olduğunu gördük. Avrupa’nın göbeğinde, oynanan futbolun herkesi büyülediği İngiltere’de, Dünya’nın ücra köşelerinden çıkmış medeniyet seviyesinde bir futbol izletti bize Stoke City. Orta sahada rakip tehlike başlatmaya başladığı andan itibaren, sert ama hakemin müsaade edeceği fauller ile rakibi yıldırmaya çalışan, yetenekleri kısıtlı olduğu için hava toplarıyla gol arayan ve o bölgede her türlüğü pisliği yapan bir rakip vardı.

Stoke City’nin yapabildiklerine baktıktan sonra, sahadaki her iki takım arasında teknik açıdan fark olduğunu çok rahat görebilirdik. Ancak Stoke City’nin yaptıkları, futbolun doğrularına pek hizmet etmese de, örnek alınması ve neden kazanamadığımızı anlatan ince detaylar vardı. Stoke City oyun içinde hiç dağılmadı. Aynı zamanda Beşiktaş’ın dağıtmasına da izin vermedi. Yapabildikleri pek çok futbolseverin hoşuna gitmese bile, onlar kapasitelerinin farkında. Bu yüzdende yapabildiklerini en iyi uygulamaya çalışıyorlar. Delap’ın her taç atışında, saha kenarındaki çocuğun havluyu uzatması, Rüştü’ye uygulanan markaj, kale sahasına uzak yerlerde yapılan fauller… Yapabildiklerinin üzerine kafa yordukları ve bunu da çok iyi yaptıkları çok açık.

Beşiktaş ise belki de bu sezon en iyi futbolunu sahaya yansıtmış olabilir. Carvahal’in, rakibini detaylı incelediği ve hangi zaaflarının olduğunu belirlediği çok açık. Keza orta sahada inatla ve başarı ile yerden oynanan top sayesinde, Stoke City’nin baskısını kırması bu çalışmanın ürünü. Quaresma’nın ise sorumluluk alması, onun için en verimli maçlardan biri oldu. İstatistik olarak sahaya yansıtamasa da, mücadelesi, isteği ve takımı oynatma çabası izleyen herkesi fazlasıyla sevindirdi. Ancak Beşiktaş dün en iyi futbolunu oynamış, gelişme göstermiş olsa bile bazı parçaların eksikliği, bir üst seviyeye çıkmaya izin vermiyor. Simao’nun formsuzluğu, Edu’nun defans arasında kayboluşu, Beşiktaş’ın sakin ve akılcı oynadığı sıralarda Stoke City üzerinde baskı kurmasına engel oldu.

Fernandes ve Necip’in oyundan düşmeleri ile maçın başından itibaren sahaya hakim olan Beşiktaş’ı geriye itti. Bu sırada Stoke City fizik üstünlüğünün avantajını da kullanarak baskı uygulamaya başladı. Pozisyon bulamasalar da, gol atabilecekleri tek pozisyonu da elde ettiler. Anlamsız bir penaltı ile maçı kazandılar.

Beşiktaş, ligde kazandığı iki maçtan sonra umut vermemişti. Ancak dün kaybedilen maçtan sonra herkesin yüzünde oyun bakımından bir tebessüm oluştu. Beşiktaş için sahada dün kaybedilenin yanında, nasıl oynaması gerektiği, doğruların ne olduğunu, eksiklerinin ne gibi şeyler olduğunu fark ettiği bir maç oldu. Simao’nun katkı vermeye başlaması ve Almeida’nın takıma katılması ile Beşiktaş üst seviyelerde daha rahat futbol oynayabilir.

Yıldızlar da kayar

Büyük kulüpler, her sezon başında milyonlarca euro ödeyerek kadrolarına yıldız isimler katarlar. Bu oyuncuları havaalanında binlerce taraftar karşılar ve tezahüratlar eşliğinde omuzlara alarak “hoş geldin” derler. Hem teknik heyetin hem de taraftarların kendisinden yüksek performans beklediği bazı yıldızlar, beklenileni veremedikleri zaman yine kendilerini havaalanında bulurlar. Fakat bu sefer ortalık sessizdir. Bir kendileri vardır orada, bir de bavulları... 


Ricardinho: Brezilya’da sayısız başarılara imza atıp, Brezilya Milli Takım ile 2002 ve 2006 Dünya Kupaları’nda mücadele etmiş, “yıldız” mertebesine erişmiş bir futbolcuydu. Beşiktaş’ın, 10 numara arayışlarının çözümü olacağı, Türkiye’ye gelen en yetenekli oyuncu iddiaları manşetlere taşınmıştı. Ancak Türkiye’deki futbol yaşantısı, gelişi kadar sansasyonel olmadı. Kendisiyle aynı zamanda kadroya dahil olan Delgado ile beraber oynayamayabileceği tartışılırken, Ricardinho’nun tek başına da fazla oynayamadığına şahit olduk. Beşiktaş’ta toplamda 70 maça çıkan Ricardinho, sadece 13 gol atarak beklentileri boşa çıkartan yıldızlardan birisi oldu.

Kleberson: Atletico Paranaense takımı ile yıldızı parladıktan sonra, o dönemin Brezilya Milli Takım Teknik Direktörü Felipe Scolari’nin daveti ile 2002 Dünya Kupası kadrosunda yer alan Kleberson için sayısız övgülerde bulunuluyordu. Gösterdiği performans ile Alex Ferguson’nun radarına takılan Kleberson, Manu’ya imza attıktan sonra geçirdiği sakatlıklar nedeniyle istenileni pek veremedi.  Premier League’de 20 maça çıktıktan sonra Türkiye yollarına düşen Kleberson, 2,5 Milyon Sterlin’e Beşiktaş’a imza atıyordu. Beşiktaş forması ile çıktığı 45 maçtan akıllarda kalanı sadece Fenerbahçe maçı  ve o maçta attığı goldü... Beşiktaş’ta bekleneni veremeyen Kleberson, Flamengo’nun yolunu tuttu.

Tabata: Profesyonel kariyerine başladığı andan itibaren her sene bir takıma transfer gerçekleştirerek “istikrar abidesi” olan Tabata, Santos takımında gösterdiği performans ile Gaziantepspor’a transfer oldu. Gaziantepspor’da oynadığı  bir sene boyunca, 4 büyüklere karşı gösterdiği performans ve attığı 17 golle ülke futbol gündeminde yer alan Tabata, Beşiktaş’ın yüksek bedellerle Gaziantepspor’dan oyuncu alma alışkanlığının son halkasıydı. 8 Milyon Dolar’lık bonservisi ile olay yaratan Tabata, Beşiktaş’a geldiği günden itibaren bu bonservis bedelinin altında ezildi. Asla taraftarın beklentisini karşılayamayan Tabata, geçen sene Al-Rayyan takımına kiralık olarak gönderildi. Al-Rayyan takımı, Tabata’yı gösterdiği performans nedeniyle bu sene takımda tutma kararı aldı.


Fazlı Ulusal: Günümüzde yabancı kısıtlamasının getirdiği sıkıntılar yüzünden, Türk oyuncuların değerlerinin çok üstünde büyük kulüplere satılması alışılagelmiş bir olay durumunda. Fahiş rakamlarla transfer edilen yerli futbolculara dair bir hikaye de 2000-2001 sezonuna ait... Sezon başında Antalyaspor’dan, Beşiktaş’a transfer olan Fazlı Ulusal’ın transferi, maliyeti nedeniyle aylarca konuşulmuştu. Yüksek bir bonservis bedeli ile Beşiktaş’a gelen Fazlı, bir sezonda attığı toplam 7 golle herkesi hüsrana uğratıyordu. Kendisine ödenen yüksek bedellere karşılık, hiç para alınmadan Diyarbakırspor’a gönderilen Fazlı Ulusal, sırasıyla Antalyaspor, Büyükşehir Belediyespor, Ispartaspor, Küçükköyspor ve Erzurumspor’da oynadı.


Ayhan Akman: Beşiktaş’ın, Gaziantepspor’dan yüksek bedellere transfer yapma alışkanlığını kazanmasının ilk dönemine denk gelen futbolculardan birisi Ayhan Akman. 1998-1999 yılından John Benjamin Toschak’ın isteğiyle 8 Milyon 750 Bin Dolar karşılığında transfer olan Ayhan, Beşiktaş’ta 3 sezon geçirdi. Geçirdiği sakatlıklar nedeniyle belli bir süre sonra yedek kulübesinden çıkamayan Ayhan’nın, Beşiktaş kariyerini de kulubede yaptığı hareket bitirdi. Beşiktaş’ın, yenik götürdüğü bir maç esnasında kulübede gülmesi ve daha sonra havaalanında taraftarlar tarafından darp edilmesi sonucu kulüple yolları ayrıldı. Ahmet Yıldırım, Mehmet Aksu ve 500 bin dolar karşılığında Galatasaray’a giden Ayhan Akman, Beşiktaş’ın elinde patlayan oyuncular arasında en üst sıralarda yer alıyor.


Ailton: Beklentilerin çok fazla olduğu, havaalanında binlerce taraftarın karşıladığı, omuzlarda taşınan yıldız futbolcu olarak Türkiye’ye adım atan oyunculardan sadece biriydi Ailton. Bu sansasyon, Bundesliga’da ilk kez bir yabancı oyuncunun “ Yılın Futbolcusu” ödülünü aldığı, Werder Bremen ile şampiyonluk kazanan, Bundesliga gol kralı olan biri için normaldi. Ancak Türkiye’de ki kariyeri başladığı gibi sürmedi. İlk maçı olan Denizlispor karşısında golünü attıktan sonra tribünlerin “I Love You Ailton”  tezahüratını belki de o sezon sadece orada duyacaktı. Gördüğü kırmızı kart, kilolu yapısı, atamadığı goller Ailton hakkında konuşulan yegane şeylerdi.


Tarık Daşgün: Fenerbahçe de dahil, 4 büyüklerin peşinden uzun süre koştuğu bir transfer hikayesiydi. 1995'te Fenerbahçe'nin kaçırarak transfer ettiği, ancak İstanbul yaşamının eritip tükettiği Tarık, 1995 yılında yaklaşık 4 Milyon Dolar karşılığı Gençlerbirliği’ nden, Fenerbahçe’ye imza atmıştı. Yeteneği ve süratiyle dönemin gelecek vaat eden en iyi oyuncusu olan Tarık, Fenerbahçe’de dört teknik direktörle çalışmasına rağmen kendisine takımda yer bulamadı. Fenerbahçe’den gönderilirken tesislerde yapılan röportajda “Bir gün bu takıma geri döneceğim, bunu herkes görecek” dese bile, Fenerbahçe’nin yolunu bir daha hiç bulamamıştır.

Maldonado: Futbol yaşantısına ülkesinin Colo-Colo takımında başlayan Şilili futbolcu Maldonado, kariyerinin en parlak dönemlerini Brezilya’da yaşamıştır. Luxemburgo yönetiminde Santos ve Cruziero takımlarında, sahadaki 11’in en önemli oyuncuları arasında yer almıştır. Cruzerio’nun, efsane kadrosunun çoğu oyuncusunu kadrosunda barındıran Fenerbahçe, orta saha oyuncusuna ihtiyacı olduğu dönemde yine bu takıma yönelmiş ve Maldonado’yu büyük umutlarla takımına katmıştı. Ancak başarısız geçen bu dönemde, aynı şeyler Maldonado için de geçerliydi. Sadece 17 maçta görev alabilen Maldonado, büyük umutlarla transfer edilen ama bu beklentileri boşa çıkartan oyunculardandı.

Gökhan Ünal: Kayserispor’un Mehmet Topuz’la beraber en büyük yıldızıydı. Attığı gollerle dikkat çeken Gökhan, 2005-2006 yılında 25 kez fileleri havalandırarak Süper Lig’in gol kralı oluyordu. 2 sezon daha Kayserispor’da oynayan Gökhan Ünal, daha sonra Trabzonspor’a transfer oldu. Trabzonspor’da ki ilk senesinde 15 gol atarak başarılı bir performans gösteren Ünal, bir sonraki sezonun devre arasında, 3 Milyon 500 bin Avro ve Burak Yılmaz takasıyla Fenerbahçe’ye transfer oldu. Fenerbahçe formasıyla çıktığı maçlarda ise sadece 2 gol atabilen Gökhan, Fenerbahçe için büyük hayal kırıklığı yaratan oyunculardan birisi oldu.

Daniel Guiza: R. Mallorca’da attığı 24 golle, La Liga’nın gol kralı olan Daniel Guiza, ertesi sezon 14 Milyon Avro karşılığında Fenerbahçe’ye transfer oldu. “Gol Makinesi” olarak lanse edilen, attığı her gol sonrası ok işareti yapan Guiza, oklarını sadece Fenerbahçe takımının taraftarlarına atabildi. Fenerbahçe’de, ilk sezonuna kötü başlayan Güiza sezonun ilk yarısını 4 golle kapatmıştır. Sezonun sonuna doğru açılan İspanyol golcü, son 6 maçta 6 gol atarak herkesi umutlandırsa da, daha sonraki maçlarda bekleneni verememiştir.

Elano Blumer: Bir çok Brezilyalı futbolcu gibi Santos’ta parlayan oyunculardan olan Elano, Avrupa’ya Shaktar ile adım attı. Lucescu’nun öğrencisiyken, 71 maç Ukrayna temsilcisinin formasını giyen Elano, burada gösterdiği performans ile Man. City’nin yolunu tuttu. Burada geçirdiği başarılı 2 yıl sonunda, Galatasaray’a transfer olan Elano, bu transfer karşısında Man. City’e yaklaşık 7 Milyon Avro kazandırdı. Galatasaray forması altında 40 maça çıkan Elano, beklenen performansının çok altında kaldı ve çoğu zaman yedek kulübesinde oturdu. Beklenilen performansı gösteremeyen yıldız futbolcu, eski kulübü Santos’a 2.9 Milyon Dolar karşılığında transfer oldu.

Lincoln: Futbol hayatına Atletico Minerio takımında başlayan Lincoln, Avrupa futboluna Kaiserslautern takımına transferiyle adım attı. Burada oynadığı futbolla beğeni kazanınca, Almanya’nın başka bir takımı Schalke 04’e transfer oldu. Schalke’nin kazandığı şampiyonlukta büyük pay sahibi olan Lincoln, burada geçirdiği 3 yıl sonrasında Galatasaray’a imza attı. Galatasaray’da oynadığı iki yıl boyunca, disiplinsiz davranışı, sorumluluktan kaçması ve beklenilen seviyede performans gösterememesi Türkiye’de tepki topladı. Galatasaray’a 5 Milyon Avro’ya imza atan Lincoln, Türkiye macerası sonrası 2 Milyon Avro bedelle Palmerias kulübüne imza attı. 


Felipe: Hagi’nin gidişi sonrası aranan “10 numara” tabirli futbolcunun o olduğu, Hagi’nin yerini fazlasıyla dolduracağı söyleniyordu. İkinci Fatih Terim döneminin en önemli transferi olarak göze çarptı. Hazırlık kampında gösterdiği performans ile taraftarları daha da heyecanlandırdı. Ancak sezon başladıktan sonra herkesin heyecanı kursakta kaldı. Fatih Terim’den yediği kesikle beraber, sadece sahada değil takım içinde de fazla gözükmeyen Felipe, Türkiye’de sadece ismen yer almış oyunculardan oldu.

Frank De Boer: Ajax altyapısında başlayıp, A takımında devam eden, daha sonra Barcelona’da Avrupa’nın en üst seviyesine çıkan bir kariyere sahip olan Frank De Boer, Türkiye’ye geleceği açıklandığında spor camiası fazlasıyla heyecanlanmıştı. Kimsenin böyle bir kariyerden sonra, Galatasaray’da böyle bir performans göstermesini beklemediği Frank De Boer herkesi yanılttı. İkinci Fatih Terim dönemi gibi, soluk ve başarısız bir sezonda sonra sessizce Rangers’ın yolunu tuttu.

Marcelinho: 2006 yazında, Süper Lig’in tüm büyük takımları ile ismi geçerken bir anda Trabzonspor forması ile görüldü. Trabzonlular sevinç gösterileri yaparken, diğer takımların taraftarları da şaşkınlıkla olanlara anlam vermeye çalışıyorlardı. Hertha Berlin’e en iyi zamanlarını yaşatan Marcelinho, 2006-2007 sezonu başında Trabzonspor’a imza attı. Ancak düşlenenleri asla sergileyemedi. Trabzonspor’a gelip sorunlu ayrılan bir çok futbolcu arasına ismi yazıldı

Barcelona hata yapar mı?

Her futbolsever Barcelona'yı sahada izledikten sonra oynanan oyunun kusursuz olduğuna inanır. Sahada oynanan oyun herkesi büyüler, yapılan paslar hayretler içerisinde izlenir. Ancak Dünya üzerinde işin böyle olmadığına inanlar var. Onlardan birisi; Hamdi Serpil Tüzün. Beşiktaş'ın en iyi zamanlarının yaratıcısı Hamdi Serpil Tüzün yazdığı yazıda, Barcelona'nın da hata yapabileceğine inandırıyor okuyanları. İşte Serencebey'in 54. sayısında kaleme aldığı o yazı.

Futbol daha iyi oynanabilir

 Gelecekte baskıyı daha doğru yapan rakipler karşısında, Pas’ı gole yönelik bir ARAÇ değil, sadece ve sadece bir AMAÇ olarak algılayan Barcelona çok zorlanabilir. NE yapmanın, NASIL yapmaktan çok daha önemli olduğunun bilincine varması halinde, Barcelona çok daha iyi bir takım olacaktır. Stratejik Düşünce de bunun için vardır.

Hamdi Serpil Tüzün

“Futbol daha iyi oynanabilir” mi acaba? Tabii ki öyle. Dünyanın en iyi, en pahalı takımlarını son haftalarda tekrar tekrar gördükten sonra... Yani Barça ve Real Madrid’i  ardı ardına defalarca izledikten sonra. Tabii ki öyle... Şöyle:

Real Madrid’in Önemli Hataları
Ama önce bir hikaye;
Vakti zamanında, bir prens babasına kızmış ve O’na bir uyarı mektubu yazmış: “Eğer 100,000 altınım olursa, bir ordu toplayacağım. Şuraları, şuraları yakıp, yıkacağım. Sonunda ordunu da yenip, seni tahttan indireceğim.”
Kral babasının cevabı ise çok kısa olmuş: “Eğer...”

İzin
Futbola dönersek;
Eğer Real Madrid, Barça’ya izin vermeseydi, oyun çok farklı olabilirdi. Barça çok rahat, güzel paslar yaptı, Real Madrid izin verdiği için. Real Madrid engellemedi. Engelleyemedi.

Engellemedi
Dört maçlık serinin ilk maçlarında Real Madrid Barça’nın pas trafiğini engellemekte fazla kararlı ve gayretli olmadı. “Alan Daraltma” gibi çok yanlış bir düşüncenin, yani Reaktif yaklaşımının geçmişte zedelediği beyinlerin tekrar Proaktif bir noktaya dönmesi zaman alıyor herhalde. Hatırlanırsa, Capello’nun Real Madrid’i “Alan Daraltma”yı çok iyi yapardı. Ama taraftar haklı olarak, bu zavallı “tabi olan” tutumu koca Real Madrid’e yakıştıramazdı.
Sonunda Real Madrid şampiyon oldu ama Capello kovuldu. Doğrusu da bu idi. Real Madrid karakterinde bir takım Reaktif bir anlayışa mahkum edilemezdi. Rakipten topu almak, sadece ve sadece rakibin pas hatalarına bağlı olamazdı. Bu Reaktif anlayışın izleri Takımın ve Kulübün farklı noktalarını da etkilemiş olabilirdi. Çünkü gerçek Holistik’tir. Yani herşey herşeye bağlıdır. Bağımlıdır.

Engelleyemediler
İlk maçlarda Barça’nın pas trafiğini engellemeyi fazla düşünmeyen Real Madrid son 2 maçta ise, bir ölçüde, Proaktif olmayı denedi. Ama yapamadı. Baskı yapmaya çalıştı. Ancak, ilk toplara gidişlerde ve ikinci toplara gidişlerde büyük hatalar yapıldı. Dikkat ve zamanlama hataları... Topu kazandıklarında, hemen “yumağı çözememeleri” yani topu kalabalıktan tenhaya oynayamamaları ise top kayıplarına neden oldu.
Belki onlar da 5x2 egzersizinin kurbanı idiler. Ha deyince olmuyor bu işler tabii. Aslında yeni oluşan bir takımda sesli uyarılar, göz göze gelmeler vd. zaman alıyor mutlaka. Bu fazla önemli değil, yeter ki yol doğru olsun.

Barcelona’nın Önemli Hataları
En önemli iki hata stratejik açıdan şöyle sıralanabilir;
*NE YAPMANIN, NASIL YAPMAKTAN daha önemli olduğunu iyi bilmemeleri.
*ARAÇLAR  ve AMAÇLARIN birbirlerine karıştırılması.

Pas Yapmanın Sihiri
Pas yapmayı ne kadar da çok seviyorlardı. NASIL da güzel paslar yaptıklarını spor sayfaları çarşaf çarşaf anlatıyordu. Akşam yattıklarında, oynanan maçı düşündüklerinde, rüyalarında attıkları golleri, şutları, şunu bunu değil, sadece dar alanda NASIL da güzel pas yaptıklarını görüyorlardır herhalde...
Tıpkı Zidane gibi... O da NASIL top saklamayı ve adam geçmeyi çok severdi. Bir rakip hatta 2 rakip onu kesmezdi. Beklerdi ki karşısındaki rakipler çoğalsın. Şöyle 2-3 kişi arasında iken topu saklamak ve ustaca onlardan sıyrılmak çok hoşuna giderdi. NASIL da topu saklardı. NASIL da aradan sıyrılırdı.
Ha... Bu arada hayati saniyeler, saliseler ziyan edilmiş... Rakip savunma geri dönmüş, toparlanmış. Bütün bunlar onun için pek o kadar önemli değildi, herhalde...
Gene NASIL da aradan sıyrılmıştı ama!!!

Barça’lı oyuncular, 5x2 egzersizini de herhalde çok seviyorlar.  Ama bu yanlışın öğretildiği egzersizi olduğu gibi sahaya taşımaları ve oyunu dar alanda oynamakta ısrar etmeleri önemli bir hata idi.
Oyunu dinlendirmek, rakibin dikkatini o noktaya çekerek, savunmanın açıklarını kollamaya çalışmak ve fırsat bulunca savunma arkasına adam kaçırmak... Tüm bunlar anlaşılabilir hedeflerdir. Ancak  görünen o ki, bu amaçlar Barça’nın pas trafiğinin ufak bir bölümüydü.
Dar alanda pas yapmanın riski büyüktü. Nitekim Real Madrid’in Baskı’yı çok yetersiz ölçüde uygulamasına rağmen Barcelona çok şaşırdı, top kaybetti hatta rakibe çok isabetli bir iki pas verdiği bile oldu.
Gelecekte baskıyı daha doğru yapan rakipler karşısında, Pas’ı gole yönelik bir ARAÇ değil, sadece ve sadece bir AMAÇ olarak algılayan Barcelona çok zorlanabilir. NE Yapmanın, NASIL Yapmaktan çok daha önemli olduğunun bilincine varması halinde, Barcelona çok daha iyi bir takım olacaktır. Stratejik Düşünce de bunun için vardır.

Orta, pas değildir*
Maç analizlerinde değerlendirilen “isabetli orta” kriteri ile ilgili bazı düşünceler:
“Orta” “pas” değildir. Zaten onun için, “Pas” “verilir”. “Orta” “yapılır”.
Pas, bellli bir oyuncuya “verilir”. Koşu yolu’na atılanlar da dahil, “isabet” pas için söz konusudur. İsabet, pası vereni bağlar. Ama “orta”, top saha dışına atılmadıkça isabetli sayılabilir. Çünkü, o anda, top ile buluşmak da önemlidir.

“Orta”nın Ön Direk’e mi, Arka Direk’e mi, Kale Alanı köşelerine mi, yoksa Savunma Arkası’na mı? yapıldığı ayrı bir konudur. Orta yapanın bu seçimini değerlendirebilmek fazlasıyla sofistike bir durumdur ve bu bir Maç Analizi formatına sığmayabilir.
***

Pas’ın bir vereni bir de alanı vardır. Pas, isabetli mi değil mi anlamak kolaydır... Ama “orta” öyle değildir. Orta yapılır, akıllı olan, oyunu ve pozisyonu iyi algılayıp anlayan oyuncu top ile “buluşur”. En azından o niyette olur. Onun için, biz daha 10 yaşındaki çocuklara bile sağ kanattan gelişen 100 atağın 99’unda golün sol taraftan atılacağını, soldan gelen ataklarda da hep golün sağ taraftan atılacağını öğretmeye çalışırız. “Orta” takip edilmelidir...
Buna en iyi örnek 2009-2010 Şampiyonlar Ligi ilk Barcelona-Inter maçında Milito’nun attığı golde Schneider’in 1-2 arkadaşı ile birlikte top ile buluşabilmek için kendilerini yırtmalarıdır...
Gol Öncesi 2 pozisyonda da Arka Direk kullanılmıştır.
***
Bunlar farklı şeylerdir... “Kısa Orta”dır, “Derin Orta”dır, çizgiye inip “Geri Top Çıkartmak”tır vd...
Fark’ın farkında olmak gerekir... Tekrar vurguluyorum, Orta, Pas değildir... Pas takım arkadaşına verilir. Orta ise belirli bölgelere yapılır. Zaman zaman, adeta gözü kapalı yapılır. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Çünkü ortayı yapan iyi bilir ki o ortayı izleyen 1-2 takım arkadaşı orada olacaktır. Fark da bu ayrıntıdadır zaten.
Bu işleri pek iyi anlayamayan, bilemeyen oyuncular (Barça’nınkiler gibi!) ise sadece olanı biteni seyrederler. Uzaktan!

Ve Hataların Daha Fazlası...
Barcelona demişken, 2009-2010 Şampiyonlar Ligi 2 Inter maçına dair:
*Bu iki maçta topu topu 7-8 orta yapmışsa, bu ortaların sadece bir tanesi takip edilmişse... Yani ~%12lik bir “orta izleme” oranı ile Barcelona’nın kanatları iyi kullandığı söylenemez...
*Inter Çizgi Savunması ile gollere davetiye çıkarmış ama Barcelona, hep top hizasında olan Savunma Çizgisi ile kale arasındaki 2-3 metrelik koridoru hiç kullanmamıştır.
Böyle bir koridordan haberdar oldukları da şüpheli. Haberleri olsaydı, hiç olmazsa denerlerdi...
Oysa o boşluğa yapılacak yerden sert veya kol hizasındaki (Savunma oyuncularının en aciz kaldıkları yükseklik) ortalar ile pek çok gol fırsatı yakalayabilirlerdi.
*“Kalabalık Savunmaya Karşı” oyunu biz daha 14-15 yaşındaki çocuklara öğretmeye çalışırken, Barça’nın bu konudaki acizliği çok şaşırtıcı. Bırak “tek’te” verkaçı, “zincirleme” verkaçı, “3’lü” verkaçı, doğru dürüst bir verkaç bile göremedik.
*Kaleye vurulan ama adına “şut” denemeyecek o cılız vuruşlar ise ayrI bir konu. İki maçta sayısı 10’u bile bulamayan o toplar Inter için tehlike olmaktan çok uzaktı.
Tıpkı 2 sene önce Lucescu’nun Shaktar’ına ilk şutu 93. dakikada atabilmeleri gibi.

MESSI
Ayağına her top alışta, başına en az 3-4 oyuncu toplayan Messi’nin doğru dürüst kullanılamaması da önemli bir eksiklik. Böylesine “dengesi bozulmuş” bir rakip savunma varken. Messi’nin uzağındaki geniş alanı sadece 4-5 adamla korumak zorunda kalan Inter hiç zorlanamamışsa, burada bir terslik var. İşte tam da bunlar için hep diyorum ki, “Futbol çok daha iyi ve akıllı oynanabilir”.

Savunma Komedisi
Barça’nın, Inter Çizgi Savunması’nı cezalandıramaması ise, futbolda daha gidilecek pek çok yol olduğunu gösteriyor.
Top hizasındaki Çizgi Savunma oyuncularının dikkat odağı birilerine bakıp hiza almaktadır!.. Dünya’daki genel uygulama budur. Oysa esas tehlike, topa sahip olan rakip ve onun pasını alacak diğer oyunculardır. Tamam, Pique’nin attığı gol ofsayt idi. Ama “Çizgi Savunmaya Karşı Oyun” için iyi çalıştırılmış olsa, topu 10 cm daha geride alıp gene golü rahatça atabilirdi. Böyle pamuk ipliğine bağlı bir savunma anlayışı olabilir mi? Rus Ruleti’nden farksız! İşte bu noktada, Proaktif Olmak-Reaktif Olmak’tan da sözetmek gerekiyor.

Proaktif Olmak
Gerek ulusal gerekse uluslararası platformlarda 20 yıldan beri ilgililere anlatmaya çalıştığım gibi, bu kavramlar Stratejik Düşünce’nin ana unsurları arasındadır.
Topa sahip takım Proaktif’tir... Kararları onlar verir, ne olacağını onlar belirler. Topa sahip olmayan takım ise Reaktif’tir. Tabi olurlar. Hep bir aksiyona reaksiyon göstermek durumundadırlar. Yani hep geç kalmaya mahkumdurlar. Zaman zaman 1-2 cılız ve pek bilinçli olmayan aksiyon dışında...
TÜZÜN Takımları’nı Avrupa’da saygıdeğer ve farklı yapan unsurların başında Proaktif Oyun Anlayışı geliyordu. Hep tabi kılmaya çalıştık. Hiç tabi olmadık. Ve karşılığını aldık.
Top bizde değilken bile oyunu biz kontrol edebiliyorduk. Rakip ne yapıyorsa biz izin verdiğimiz için yapabiliyordu. Genellikle...

Rakamlara Dikkat
Öte yandan rakamlara da dikkat gerekir. İstatistikçilerin dediğine göre 3 çeşit yalan var: 1-Küçük Yalanlar, 2-Büyük Yalanlar, 3-İstatistikler! Sorular doğru sorulmalıdır. “Topa Sahip Olma Oranı” değerlendirmesi insanları yanıltan bir başka kriterdir. Karşı Atak Düzeni’ni iyi öğrenmişseniz, topa sadece %25-30 sahip olur ama maçı 7-0, 8-0 kazanabilirsiniz! 1975’ten itibaren yönettiğim BJK Genç Takımları ile bunu konuşurduk. Çocuklara, maç ertesi “hep rakip oynadı, ama bunlar kazandı” gibi yorumları duyduklarında, okuduklarında fazla üzülmemelerini söylerdim!..
Sonuç: Topa ne kadar süre sahip olduğunuz hiç ama hiç önemli değildir. Önemli olan, topa sahip iken veya değilken ne yaptığınız ve ne yapmadığınızdır. Çünkü topa sahip olma sayısı eşittir. Yani top bir o takımda bir de öteki takımdadır. Bir takım topa 10 kere sahip olmuşsa, rakibi de 10 kere, ya da 9 veya 11 kere sahip olmuştur. 8 veya 12 değil.
           
Topa Sahip Olmak
Bu noktada bir başka yanılgı ise, Topa Sahip Olma’yı bir Savunma önlemi olarak düşünmektir. Doğru, oyun 2 tane topla oynanmıyorsa, topa sahipken gol yemezsiniz. (KK golleri hariç!) Ancak top sizde iken, ana amacınız Gol Atmak’tır. Ne yapıyorsanız, oyunu dinlendiren veya amaçsız gibi görünüp rakip savunmanın dengesini bozmaya yönelik paslar da dahil herşey Gol Atma’ya yönelik olmalıdır. Top sizde değilken ise yapılan herşey Gol Yememek’e yönelik olmalıdır.

Stratejik Düşünce
1975’ten beri Beşiktaş Genç Takımları’na, 1973’ten itibaren yönettiğim Genç Milli Takımlara ve diğer tüm TÜZÜN Takımları’na öğretmeye çalıştığım gibi “Doğru Karar” çok önemlidir.
Taktik, “oyunu akıllı oynamak” olarak tanımlanır. Bu düşünce, küçük yaşlardan itibaren çocuklara verilir. 14-15 yaş beklenmez. Dünyadaki genel uygulamanın aksine. Çünkü bu bir Merkez Sinir Sistemi fonksiyonudur. Ve çünkü “Beyin” en erken gelişen organlardan bir tanesidir.
Altı yaşındaki çocuğun beyninin %90’ı oluşmuşsa, bunu doğru kullanmasını çocuğa neden öğretmeyelim? Stratejik Düşünce Konsepti’ne sahip takımlar bu oyunu daha kolay ve daha akıllı oynayabilirler. Siyah-Beyaz gibi 2 farklı paradigmadan söz ediyoruz. İşte Stratejik Düşünce böyle bir şeydir.