Ne Seninle, Ne de Sensiz...

Beşiktaş, ligdeki belki de en zor dönemecini Fenerbahçe maçında kaybettiği 2 puan kayıpla atlattı. Hem de bunu Kayserispor karşısında dibe vurmuş durumda ve 3 lig maçının arasında Kiev deplasmanı gibi yorucu bir deplasmandan gelerek yaptı. Sivasspor karşılaşmasını çok büyük şansla kazandı diyebilirsiniz. Ancak ne olursa olsun, bu şartlarda, bu tempoda, Guti ve Fernandes gibi sezon başında tahtaya “hangisini yazsak?” diye düşündüğünüz 2 futbolcunuzu kadroya almayarak puanlar kazanmak önemli.

Tabi Beşiktaş’ın dün sahada ilk 30 dakikadan sonra yok olması ve Mahmut’un yaptığı penaltıya kadar bir daha hiç gözükmemesinin sebebi, sadece Beşiktaş’ın yoğun maç trafiği ile açıklanamaz. Her şeyden önce Beşiktaş’ın, ne onlarla nede onlarsız olabilen oyunculara sahip olmanın getirdiği temel sıkıntı var. Simao ve Quaresma, hala beklenileni verebilmiş değil ve hatta çoğu kişiye göre  takıma zarar verme durumundalar. Ancak son iki maçta yaşananlar ise olayı farklı bir boyuta taşıyor. Simao’nun çıkıp Fenerbahçe’ye attığı, tamamen kendi yeteneğinin getirisi olan gol, Quaresma’nın takımın en çok asistini yapan oyuncu olması… Olanlar her şeyi tekrar gözden geçirmek zorunda, doğru bildiklerinizin yanlış olduğuna inanmanızı sağlıyor.

Pas vermeyen, bencil oyuncu Quaresma, takımının en çok asist yapan oyuncusu. Takımın en çok asist yapan oyuncusu Quaresma ise pas vermiyor diyebilir misiniz? Çok zor. Peki Quaresma’yı sahada izlediğinizde, paylaşımcı ve takım oyuncusu diyebilir misiniz? Hayır. İki büyük çelişki herkesi kafasını karıştırmış durumda. Birde Quaresma’dan beklenen “golcü” olma isteği var ki, zaten Quaresma bütün kariyeri boyunca bunu yapan bir oyuncu değil. Bu noktada önemli olan; sizin Quaresma’dan ne beklediğiniz ve Quaresma’nın ne verebildiğidir. Quaresma, hiçbir zaman kendisinden şu an istenilenleri vermedi. Oynadığı kanadın bek oyuncusuna yardıma gitmedi, kızmadığı sürece adam kovalamadı, bir sezonda 10 gol atmadı. Quaresma, Sporting’de de bunları yaptı, Barcelona, Porto, İnter ve Chelsea’de de… Bunları biliyorsanız ve Quaresma’nın takımda hala olmasını istiyorsanız, bu sefer ona göre takım kurmak zorundasınız. Arkasında oynayan bek, orta sahada oyuncular ve hatta forvet mevkiinde görev yapan oyuncu. Her şey ona göre ayarlanmalı ki, Quaresma sahaya çıksın oynasın, oynarken sırıtmasın. Barcelona, İnter ve Chelsea’de buna uygun oyuncular yok muydu? Elbette vardı, ancak o kulüpler kadrolarında birden fazla Quaresma barındırırken, Quaresma’nın emrine uygun davranmazdı. Nitekim de sonuçlar öyle oldu. Quaresma bu yüzden en fazla Sporting ve Porto’da başarılı oldu.

Beşiktaş’ın takım olamamasından bahsediyorsak, bunun sadece Quaresma veya Simao’dan kaynaklandığını düşünmek çok anlamsız. Zaten takım olabilmişseniz, Quaresma’nın yapmadıkları sizin gözünüze batmaz. Quaresma, Holosko’nun yapamadıklarını yaptığında, Ernst, Quaresma’nın kaptırdığı topu aldığında, Simao, Necip’in asla gol atamayacağı şekilde gol attığında, Cenk, Sivok’un kaçırdığı adama gol izni vermeyince takım olursunuz.

Şu anda Quaresma’ya alternatifiniz yoksa, takımınız onun olmadığı uzunca bir sürede atağa kalkmada, yaratıcılıkta vs. sorun yaşayacaksa başka çareniz yok. Eğer başa sistem, başka oyun tarzı ve buna uygun oyuncu ile yola devam edecekseniz Quaresma’dan hemen kurtulun. Beşiktaş’ta işleyen bir sistem yok. Şu anki hal ve duruma alternatif yoksa Quaresma’dan önce başka sorunları halletmeniz gerek.

Yıldızlar vs Takım


Futbolun genel  olarak dibe vurduğu yerde, bu sezonun en iyi maçlarından birine sahne oldu, İnönü.  Her iki devrenin başında baskılı oynayan ve hücumda fazlasıyla etkin olan Beşiktaş’a karşılık, her iki devrenin ortalarında Fenerbahçe’nin kontrollü ve bir o kadar organize futbolu vardı. Harika gollerin yanında, fazlasıyla da heyecan barındıran maçın hikayesinin sonunda 2-2 beraberlik skor tabelasında yazandı.  Maçın hemen başında kırılan kapı, içeri giren Fenerbahçeli taraftarlar  ve 90. Dakika sonunda sahaya atılan atkılar maçın her dakikasında konuşulacak ayrı ayrı olayların olduğunu anlatıyor.

Maç boyunca kadro olarak iyi takımın, iyi bir takım olabilen oyunculardan kurulu bir topluluğa karşı mücadelesi sahne aldı. Maç içinde her iki takım arasında gidip gelmesinin sebebi de buydu.  Simao ve Quaresma’nın bireyselliğini ön plana çıkardığı dakikalarda Beşiktaş etkili oldu. Fenerbahçe ise takım olarak organize olmayı başardığında Beşiktaş’a sıkıntılı anlar yaşattı.

Burdan yola çıkarak skora baktığınızda Beşiktaş, ancak yıldızları üst düzey oynadığında puan ve puanlar kazabilir. Diğer tarafta ise Fenerbahçe kötü oynarken bile takım olmanın verdiği avantajla oyuna tekrar tekrar geriye dönebiliyor.  Fenerbahçe’nin ileriki maçlarda sahaya çıkarken oyun olarak ezilmeyeceğini tahmin edersiniz ama Beşiktaş için o gün yıldızların sahaya koyacağı performansı tahmin edemediğiniz  için bu maçı kesin kazanır diyemiyorsunuz.

Carvahal çıkabileceği en iyi kadroyu sürdü sahaya. Mersin maçının düzeninde sadece Aurelio-Veli değişikliği yaparak sahada aynı direnci zaman zaman gösterdi. Aurelio ise Alex’i uzun süre oyunun dışında tutmayı fazlasıyla başardı. Mustafa Pektemek ise ileride iyi niyetine karşın fazlasıyla top kaybı yaptı. İkinci yarının ortasında Carvahal’in Necip, Aykut’un ise Caner değişikliği maça etki eden müdahalelerdi. Necip ile Beşiktaş oyun hakimiyetini tekrar ele alırken, belki de maçın en iyisi olan Caner’in oyundan alınması Fener’in baskı kurmasını engelledi.

Beşiktaş sahada çok iyi işlere imza atsa da  maç içinde, hala takım olmayı başarabilmiş değil. Ancak olmaması içinde hiçbir neden yok.  Beşiktaş,  Mersin ve Fenerbahçe maçında çıktığı düzende ısrar etmesi lazım. Çok küçük gibi gözüken ama 2 sezondur en büyük problem olan beklerin oyuna katkısı ve yıldızları istikrarsız hali çözüldüğünde, takım olan Beşiktaş ligin en iyi takımı olabilir.




Bu Düzen Bize Ait Değil

Uzun yıllardan beri Türk futbolunda olanların yaptıkları, yapmak istedikleri ülkede ki futbolu bitirme noktasına gelmişti. 3 Temmuz sabahında yaşananlar her şeyi çok açık ortaya koymuştu. Futbol bizim sevdiğimiz, olmasını istediğimiz, yaşadığımız futbol değil artık. Futbolun belki de bu kadar büyümesinde en büyük rolü olan taraftar, artık sadece etkisiz eleman konumunda.

Önce konfeti, sonra meşale, yarı yarıya bölüşülen tribünler, zaman zaman pankartlar yasaklandı. Taraftarın yapabileceği her şey kısıtlandı. Onların artık yapması gereken sadece yaptıkları mesaide kazandıkları parayı, kulübün mağazasında harcamaktı. Bunu yapmıyorsanız taraftar değilsiniz artık. Çünkü işleyiş, düzen böyle… Kulüp daha çok para kazanır, daha iyi kadro kurar, sahaya çıkıp oynar ve galip gelir. Senin destek vermen gerekmez, sadece tribün boş gözükmesin yeter.  Sen sahaya iyi futbolcu çıkarılması için para ver yeter, gerisine karışma.

Dün ise hem Beşiktaş taraftarının, hem de Fenerbahçe taraftarının futboldan alabileceği haz ve mutluluk duygusu elinden alındı. Tribüne gelen taraftar için deplasman tribününde rakip taraftarın yoksa orda olmanın anlamı yok. Deplasman tribününe gelen taraftarın ise duygusunu anlatmaya gerek yok. Alınan kararın skandal olduğu kesin, futbola şikeyle başlayan play-offla vurulan darbenin son noktası artık bu. TFF, İl Güvenlik Kurulu’nun kararı olduğu, Fenerbahçe ise Beşiktaş’ın istediğini beyan etti. Beşiktaş, herkesin ortak kararının bu olduğunu söyledi ve ülkede ki durumu bahane etti. Son olarak ise Valilik, “
BJK - FB maçı için alınacak güvenlik önlemleri ile ilgili toplantıda kulüplerin stada getirecekleri seyirci konusunda herhangi yasaklayıcı bir karar alınmamıştır.”  Açıklamasını yaptı. Herkes başka birini hedef gösteriyor.  

Futbol önemsenmiyor, taraftar kimsenin umrunda değil. Yönetenler ve yönetilenlerin tek amacı; kurulan bu çarkın eksiksiz ve aynı düzende yürümesi. Ancak unuttukları birşey var. Futbol adına yaratılan herşeyin çıkış noktası tribünda ve ekranın başında yer alan taraftar. Onlar yok olduğu andan itibaren ne reklamın, ne marka değerin, nede sunmak zorunda olduğun bir futbol kalacak. Beşiktaş taraftarı, sadece 15 Bin bilet almış, stad 33 Bin kişilik ve Beşiktaş taraftarı ilk kez bir derbide stadı doldurmayacak. Hala bazı şeyler bu kadar açıkken, neyin çabası bunlar?

HAYDİ HESAP SORMAYA !

Sevgili Beşiktaşlılar ,
Denetleme Kurulu sadece derneğin faaliyetleriyle ilgili usülsüzlük varsa müdahil olabiliyor, ancak bildiğiniz gibi Dernek’te sadece futbol dışı branşlar kaldı. Futbol gelir-giderleri BJK AŞ’de ve bunu denetleyen bağımsız denetim kurumları, onlar da kayıtlar doğru tutulup tutulmadığına bakıyor. Genel Kurul ise yönetimin faaliyetlerinin hissedarlara hesap verildiği yer.
BJK AŞ Genel Kurulu Her sene yapılıyor, bu sene Kasım ayında.
Kritik kararlar burada gündeme getirip oylanabiliyor.
Derneği temsilen yönetim kurulunun 100 (yüz) oy hakkı var.
1 Lot BJKAS hisseniz olsa bile katılabiliyorsunuz.
Seçimli Genel Kurul gibi değil- Kongre üyesi olmakla ilgisi yok.
1 Lot hisseniz yoksa kongre üyesi bile olsanız oy kullanamıyorsunuz !
1 Lot BJKAS hissesi aldığınızda genel kurula katılabiliyor ve oy kullanabiliyorsunuz.
1 lot BJKAS Hisse ortalama 9 TL !
HİSSE ALIMI İÇİN BASAMAKLAR;
*Bir bankadan Hesap açtırıp internet bankacılığına başvurunuz
*Açtırmış olduğunuz hesaba internetten girip “Yatırım Hesabı Aç” diyoruz. (Yatırm hesabı açmanın hiçbir mali külfeti yok)
*Açmış olduğunuz “Yatırım Hesabınız”la BJKAS hissesini seçip 1 lot alıyorsunuz (1 lot = 9 TL (yaklaşık) )
*Bazı banka müşterilerinin şube’ye gidip açtırmaları gerekmektedir (masrafsızdır)
HİSSE ALIMINDAN SONRA YAPILACAKLAR;
1- Önce hisseleri satın aldık.
2- Genel Kurul yapacak şirketin genel kurul ilanını bekliyoruz.
3- Hisseleri satın aldığımız bankaya bir yazı yazarak ,
-hisse miktarlarımızı,
-hisse seri nolarımız,
- değerlerini
bildirmesini, ve genel kurul ilanında belirtilen tarihte (bu uzun tutulabilir) takasbankta bloke edilerek, blokaj yazısının tarafımıza gönderilmesinin sağlanmasını, rica ediyoruz. (Anlaşacağımız aracı firma hepsini yapar)
4- Banka takasbank ile yazışma yaparak 2-3 gün içinde hisse bilgilerini içeren blokaj evrağını tarafımıza gönderiyor.
5- Bu evrakı genel kuruldan 1 hafta önce (daha önce olursa garanti olur) şirkete iletiyoruz.
6- Bu evrakla birlikte gidip oy kullanabiliyoruz.
7- Vekalet verecek olan hissedarlar, şirketin vekaletname örneğini doldurup (Vekalet örn. ) notere tasdiklettikten sonra bunu da yukarıdaki evrakla birlikte şirkete 1 hafta önce teslim ediyor ve o şekilde oy kullanabiliyor.
HEPSİ BU KADAR !!!

oncebesiktas.com

Beşiktaş'ın "tasarruf" aklı

Beşiktaş mali tablo açısından tarihinin en karanlık dönemine doğru sürükleniyor. Henüz çok kısa bir süre önce 355 Milyon TL borcu olan kulüp, bugün 467 Milyon TL borca sahip. Bunun 106 Milyon TL’si Yıldırım Demirören’e… Açıkçası bu rakamın böyle kalabileceğini düşünebilen varsa, hızla buralardan uzaklaşsa iyi olur. Beşiktaş’ın hal ve durumuna baktığımızda Yıldırım Demirören’nin elini cebine fazlasıyla atacağı aşikar. Tabi takımı bu duruma getirende kendisi. Beşiktaş’ın kendi gelirlerini doğru kullanamayıp, üstüne borç yapan, sonra o borçlara karşılık gelirleri temlik altına alan ve kendi cebinden para koymak zorunda olan bir “başkan” ile karşı karşıyayız.

Bugün medyada çıkan haberlerde ise Beşiktaş’ın giderleri kısacağı, bunun için BJK TV’den 15 kişinin çıkarılacağı yazıyordu. Biz zaten BJK TV’nin giderinin olmadığını düşünüyorduk, çünkü aylardır maaş ödenmeyen bir kurumun, eleman masrafı da olmaz. BJK TV’nin çalışanlarının yaklaşık 6 aylık alacakları mevcut.

Haberlerde geçen ilginç bir nokta daha var. Beşiktaş’ın geçen sene 8 Milyon TL olan şehir içi ulaşım masrafı, bu sene 61 Milyon TL olmuş. Bu konuya kafa yoran kişilerle çok konuştuk, ancak anlam veremedik. Nasıl arttı bu gider, ne yaptın? Herhalde Ümraniye’de bir uçak pistine sahibiz ve her oyuncu kendisine tahsis edilen uçaklar ile tesislere geliyorlar.  

Senelerden beri tasarruf yapmak isteyen şirketlere rastlamışızdır. Genel politika yaşı ilerlemiş, çok maaş alan kişileri öncelikli olarak gönderilecek listesine koyarlar. Onların yerine ise genç, daha çok iş yapabilen, bir o kadar da az maaş alan kişileri tutarlar. Beşiktaş’ta ise fon aracılığı ile genç oyuncuların Avrupa’ya pazarlanarak, bu oyuncular üzerinden gelir sağlanacağı söylenmiş. Genç oyuncular; Veli, Muhammed, Atınç, Necip, M. Pektemek gibi isimler. Yerlerine kalacak olan ise Guti gibi pahalı ama bir o kadarda yaşlı ve kulübe para kazandırmayacak kişiler. O zaman Beşiktaş’ın tasarruf politikasında bir terslik var. Bir çok konuda olduğu gibi… Bir başka konu ise bu gönderilecek isimlerin içinde Quaresma, Fernandes ve Almedia’nın olduğu ve bu oyunculardan da para kazanılmak istendiği üzerine. Gençlerin gittiğini varsayarsak, Quaresma, Fernandes, Almedia gibi oyuncularında gitmesiyle beraber takımdan yaklaşık bir 10 kişinin eksildiği görülüyor. Bir sezonu oyuncu sayısı bakımından sıkıntı çekmeden geçirmek isteyen bir antrenör orta vasıflarda oyuncuları takıma katsa bile ciddi bir masrafın ortaya çıkacağı açık. Yani bu tasarruf paketi ile giderleri azaltamamanın yanında, üstüne daha fazla masraf çıkartmış oluyoruz.

Tabi kulüp içindeki kan emiciler, akbabalar, Beşiktaş’tan menfaat sağlayan ve kulübe tek bir katkısı olmamış adamların durmasında sakınca yok. Onların sözde blok oyları var, 2013’te de seçimler.

Geçen Sezona Bakmak Gerek

Beşiktaş, oyun anlamında görebileceği en dip performansını sergilediği bir maçı geride bıraktı. Zaten taraftarın tepkisi de bu yüzdendir.  Beşiktaş bir çok maçını kötü oynamış, çok ağır mağlubiyetler almıştır. Ancak sahada bu kadar umursamaz, isteksiz, rakip oyuncu ile omuz omuza tek bir mücadeleye girmediği maç yoktur. Buna Liverpool maçını dahi ekleyebilirsiniz. 


Tabi dün sahada olanların bir çok nedeni var.  Artık herkesin açıkça gördüğü Quaresma, Simao formsuzluğu, Fernandes istikrarsızlığı, Edu’nun Beşiktaş için hiçbir zaman yeterli olmayacak performansı var.  Edu’yu dışarıda bıraktığınızda, kulübün, taraftarın, hatta rakiplerin bile en çok performans beklediği 3 oyuncu, bu kadar rahat ve formsuz olunca isyan bayraklarının yükselmemesi imkansız. Özellikle Carvahal’in de sürekli şekilde bu düzlemde ısrar etmesi, hocanın sergilediği sempatik tavırları da tam tersine çeviriyor.


Tribünler için sahada olan şeyler önemlidir. Mücadele, hırs ve tabelada üstünlük göremez ise antrenörden önce sahadaki oyuncuyu yargılar. Hem de acımasızca ve sorgulamadan bunu yapar.  Fernandes’in istikrarsız bir oyuncu olduğu kariyerinin şekillenmesinden bile anlaşılabilir. Ancak Fernandes, Beşiktaş forması altında sergilediği kötü performansın %80’nini dün sahada yer aldığı pozisyonda gösterdi. Fernandes’den maksimum verim almak istiyorsanız, Guti’nin yerinde onu değerlendirmeniz gerekir. Keza Fernandes maksimum performansına hep bu pozisyonda yer alırken ulaştı. Tabi dün sahada yer alan Fernandes’in yerinde Necip veya Ernst’i oynattığınızda, beklediğiniz performans için maksimum ihtimalde sahaya çıkarsınız.


Aynı şey Quaresma ve Simao içinde sahada geçerli. Bu iki futbolcunun tamamen temiz olduğu düşüncesinde değilim. Carvahal’in performanslarına karşılık ısrarla ve sorgulamadan tahtaya isimlerini yazmasının da bunda etkisi olduğu muhtemel. Ancak aynı Fernandes örneğinde olduğu gibi, sol ve sağ beklerinizin çok verimli olmadığı bir takım tertibinde, orta sahayı Aurelio-Fernandes-Guti üçlüsünden oluşturduğunuzda zaten koşmayan bu ikili iyice oyun dışında kalmış oluyor. Orta saha kaybettiği topu bir kez daha kazanamayınca, top her iki oyuncuya da bir daha ulaşmıyor.  Topu aldıklarında ise ne arkalarında, ne yanlarında nede forvette oynayan oyuncu ile koordineli bir oyun ortaya koyamıyorlar.  Bunda orta sahada üçlülünün statik oyunu, Edu’nun top alışverişinde ne yeteneği nede zekasının yeterli olmadığı düşünülürse Quaresma ve Simao’nun umursamaz oyunundan daha önce konuşulacak sıkıntılar var.


Tayfur Hoca’nın çözmüş olduğu sorun buydu ve Tayfur Hoca ile yakalanan ivmenin sebebi de buydu. Dirençli orta saha, her iki oyuncuya da yardımcı olabilecek forvet Almedia’nın sahada olması ve bek oyuncularının kısmen yardımcı olması ( İsmail ve Hilbert ). Tayfur Hoca ile oynanan son lig maçlarına baktığınızda Quaresma’nın ve Simao’nun, bugünden oldukça farklı bir görüntü ile ceza sahasına girerek etkili olmaya çalıştığı ve sonucunu da aldığını açıkça görebiliyoruz. İBB kupa finali, İnönü’de kazanılan Kayseri, içerde oynanan Galatasaray maçı ilk akla gelenler. 


Beşiktaş için taktik anlamda sorunlarda ortada, çözümlerde…  Sadece daha fazla düşünmek, belki de Metris’e bir danışmak yeterli olacak. Geri kalanı takım içi düzen ve yaratılacak ortam. Olumlu sonuçlar alındığında, Carvahal’in bu işi kolaylıkla yapabileceğini gördük.


Beşiktaş, sanılan kadar karanlık bir ortamda değil ama hamleler bir an önce yapılmazsa karanlığın tam ortasında kendisini bulabilir. Önünde Kiev ve Fenerbahçe maçı gibi çok önemli iki maç var. Biri gruptan çıkmayı hemen hemen garantileyebileceği, diğeri de hem rakibine çelme taktığı, hem de camiayı ayağa kaldıracağı maç. Zaman ne kadar kısa olsa da, yapılabilecekler içinde o kadar uzun zaman gerekmiyor.



Sadece Beşiktaş, Her Yönüyle Beşiktaş!

Takımın sahada puan kazanması, kadroda yıldız tabir edilen oyuncuların yer alması çoğu taraftarı mutlu edebilir. Ancak Beşiktaş’ta bunlar ile mutlu olmayan insanlar da var. Onlar kulübün borç batağında olmasından, genç oyuncuların fon peşkeşine kurban olmasından, basketbolda oyuncuların yaz sıcağında komando gibi zorla çalıştırılmasından, hentbolcuların parasını alamamasından ve daha bir çok şeyden rahatsız.


Onlar Denizlispor maçında, başkanın adamları tarafından dövülen adamlar. Pazar Günü, Kazan’nın yanında buluşacaklar ve rahatsız oldukları şeylere karşı yürüyecekler. Belki 50, belki 100, belki 1000 kişi olacak. Ancak sayının pek önemi yok, tribünde hala vicdanı rahat etmeyenlerin olduğunun bilinmesi yeterli, zaten illa bir sonuç alınacak veya alınmalı diye bir kaide de yok. Herkes merak ediyor, araştırıyor. Bu yürüyüşün arkasında kim var, kim organize ediyor? Kimin yaptırdığının, organize ettiğinin bir anlamı yok. Neden, niçin yüründüğünün, bu yürüyüşe nelerin neden olduğunun anlaşılmasına ihtiyaç var. Anlaşılmasına daha yardımcı olması içinse, videoya bir göz atmak gerek.


                          

Sonumuzu Bilemeden, Başka Mutlu Sonlar İzliyoruz

Dün Kayseri’de, geçen sezonun final-four serisi devam ediyormuşçasına maç izledik. Aynı heyecan, aynı hırs, aynı atmosfer… Fenerbahçe Türkiye Kupası yorgunluğunu yaşarken, Galatasaray hem Euroleague, hem Türkiye Kupası yorgunluğunu beraber yaşıyordu.

Bu yorgunluk saha içine de yansıyınca, maç içinde bir çok kez kırılma noktaları, oyunda ciddi seyir değişimleri yaşandı. İki uzatmaya giderek uzun süre unutulmayacak bir kupa finali olan Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında galip gelen Galatasaray oldu. Oktay Mahmuti ile beraber 3 yıllık bir planlama ile tekrar kalkınmayı hedefleyen Galatasaray, kalkınmayı çoktan geçti. Artık Türkiye basketbolunda en tepeye yerleştiler. Lig finali oynayan ve Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanan Galatasaray, bunla yetinmeyecek gibi duruyor. Artık onlar için ilk hedef ligde geçen sene koydukları çıtanın üstüne çıkmak ve Euroleague’de TOP 16 hedefi.

Beşiktaş olarak çok fazla şeyler çıkartmamız lazım bu finalden. Kadro yapılanmaları, taraftar, organizasyon, hedefler vs. Çok gerideyiz şu anda. En basitinden, bugün D-Will ve Semih Erden lokavt süresince buradalar ve kadro iki ismi çıkarttığınızda ligin sıradan bir takımından farklı değil. Dün sahada yer alan Galatasaray’da ise Zaza takımın temel parçası konumunda değildi. Tabiî ki takıma çok kısa süre önce katılması, sisteme tam olarak oturmaması bunların etkisinde ama Galatasaray eksikliğini hissetmeden sahada mücadele etti ve kupayı kazanma başarısı gösterdi. Lokavt bittiğinde Galatasaray, Zaza’dan aldığı performans yanına kalmış olurken, yoluna aynen, eksiksiz ve tam kadro olarak devam edecek.

Fenerbahçe ise artık her şey sistematik olarak ilerliyor. Kulüp olarak yaşadıklarından sonra toparlanması çok zor bir noktaya geldiler. Belki yaşananları başka bir kulüp yaşasa, şu an basketbol takımı çok farklı noktada olabilirdi. Ancak o kadar sağlam temeller üzerine oturtulmuş bir takım ve organizasyon varki, en büyük krizlerde bile küçük hasarlar ile çıkabilmeyi başardılar. Tabi bu yaşananlarda, Basketbol Şubesi’ni futboldan olabildiğince ayrı yönetmenin başarısı da göz ardı edilemez.

Ortada çok açık bir şey var ki, Fenerbahçe ve Galatasaray basketbol olarak fazlasıyla büyüdüler. Galatasaray kimsenin tahmin etmediği şekilde ayağa kalktı ve Efes’in Türkiye basketbolunda ki tahtına adaylar. Her iki takımında gelecek seneki ortalamalarını tahmin ederken, Beşiktaş’ın iki hafta sonrasını bilemeyecek durumdayız. Nereye gittiğimizi bilmediğimiz bir yerde, yanımızdan gelip geçenleri seyrediyoruz. Ve bizi durdurup, arkamızdan destek verip, geri dönmemizi sağlayacak tek bir kişi bile yok.

Türkiye - Azerbaycan (Türkiye İlk 11'i)

                                  
Almanya ile oynanan maçtan sonra çok şey konuşuldu. Artık bu dakikalardan sonra söylenecek çok şeyin bir değeri yok. Bugün sadece 90 dakikalık bir fırsat varken, Türk Milli Takımı’nın elinde olan hiçbir şey yok. Almanya Milli Takımı’nı seçtiği için her fırsatta yerden yere vurduğumuz Mesut Özil’in, ayaklarından çıkan her topun kale çizgisini geçmesine duacı olacağız. Kaderin bir oyunumu bilmiyorum ama tam bize uygun bir ortamdayız. Bugün alınan sonuçlardan sonra her gazeteci, her vatandaş dün ağzından çıkan kelimelerin tam tersini söyleyebilir.

Hiddink, Azerbaycan’a karşı sahaya süreceği kadroyu açıkladı. Sahaya kısmen daha sert, daha fazla mücadeleci bir kadro sahaya sürmeyi tercih etmiş. Almanya karşısında sahaya çıksın diye cezasını indirmek için her şeyi yaptığımız Selçuk İnan’nın kadroda yer almamasının sebebi de bu olsa gerek.

İleride Kazım-Arda-Burak üçlüsüyle sürekli yer değişen, hızlı, gol vuruş becerisi yüksek, teknik kapasitesi iyi durumda olan bir forvet hattını, Hamit-Emre-Mehmet Topal ile hem baskı yapan, hem topu hızlı şekilde ileriye taşıyan bir orta saha kurgulamış Hiddink. Her iki üçlü grubunda, savunma ve hücumda birbirlerine vereceği destekle oldukça güçlü bir orta saha ve hücum hattıyla sahaya çıkıyoruz. Almanya maçında da aynı kadro düşünülebilinir miydi? Neden olmasın ama artık önümüzdeki kalan son maçı düşünmek zorundayız.

Azerbaycan’ı bir şekilde geçeceğimiz kanısındayım ama Almanya’nın Belçika karşısında fazlasıyla zorlanacağını ve bizim hiç hoşumuza gitmeyecek bir sonucun bile çıkabileceği duygusuna sahibim.


 

Alacak Defterine "Beşiktaş" Yazdık



Beşiktaş’ta 3 gün içinde olanlar, yönetimin ne halde olduğunun kanıtı. Bir anda çözüldü Yönetim Kurulu, zaten daha önceleri sadece isimleri ile orada olan yöneticiler mevcuttu. Bunu Yıldırım Demirören’nin yönetim tarzı da destekledi. Onun için yönetimde söz sahibi bir çok kişinin bulunması, kolektif ve verimli bir çalışma stili değil. Ona göre herkes bir fikir ortaya koyarsa, herkesin işine karışması anlamına gelir. Bu yüzdende senelerden beri Yıldırım Demirören’nin bir doğrusu sonrası, on yanlış geliyor.

Zapotocny ve Sivok’un, Beşiktaş’a transferleri çok konuşuldu. Her iki oyuncunun bir önceki transfer döneminde, alındıkları paranın çeyreğine teklif edilmesi ve alınılmaması iddia edilmişti. Bu iki transferde ise asıl önemli iddia; Zapotocny ve Sivok’un, aslında 4.5 Milyon Euro’a alınmışken, kulübe edilen faturanın iki katı olması. Beşiktaş, bugün 3 Milyon Euro Udinese kulübüne borç ödemek zorunda kaldı. Kasasında nakiti olmayan bir kulübün yaptığı gibi başkan çek defterini cebinden çıkartıp, üstünü karaladı. Bir yandan da Beşiktaş’ın borç hanesine bir satır daha ekledi.

Diğer olay ise Aktif Reklam ile yapılan sözleşme feshinde, yapılan uygunsuzluk. Hakkı olmayan şekilde kulübün sözleşmeyi iptal ettirmesi sonucu, açılan davada Beşiktaş 10 Milyon ödemeye mahkum edildi. Bir kulüp yapılan sözleşmeden memnun olmayabilir, daha iyi bir anlaşma zemini hazırlanmış olabilir. Bu sebeplerden dolayı mevcut sözleşmenin feshini de istemiş olabilir. Ancak bunu yaparken kulüp avukatına yasal yükümlülükler sorulur, devam eden sözleşmenin diğer tarafı ile anlaşma yoluna gidilir. Mali işlerden Sorumlu yönetici, sözleşme iptali sonrasında olabilecek sorunları veya avantajları dile getirir. Tabi bunların hepsi normal bir kulüp yönetiminde geçerli olurken, Beşiktaş Yönetim Kurulu için bu söz konusu değil.

Beşiktaş, sırf Yıldırım Demirören’nin bu yönetim tarzı yüzünden bugün gereksiz borçlanma içindedir. Del Bosque’ye ödenen 8 Milyon Euro, Aktif Reklam’a ödenecek 10 Milyon Dolar ve iddialar doğruysa Sivok ve Zapotocny transferinde kulübün kasasından çıkan ekstra 4.5 Milyon Euro. Sadece yöentimin kendi hatalarından kaynaklı borçlanmanın, bugün ki TL karşılığı hemen hemen Yıldırım Demirören’e olan borcun yarısı. Yıldırım Demirören her seferinde, kulübe yardım ettiğini, çocuklarının rızkı olduğunu vurgularken, Beşiktaş’ı paraya muhtaç ve başkanından borç alacak duruma kendi hatalarının getirdiğinin farkında değil.

Bir gün borçları ödeme sırası geldiğinde Beşiktaş, bu borçları bir şekilde kapatır. İki yıl transfer yapmaz, Avrupa’dan gelen parayı oraya aktarır vs. Yıldırım Demirören, kaybettirdiği şeylerin hesabını nasıl ödeyecek? Beşiktaş bugün saygınlığını, öz kaynağını, amatör branşlarını, güvenirliliğini, taraftarını, Beşiktaş’ı Beşiktaş yapan her şeyi kaybetti. Bunun karşılığı hangi parayla ödenir?

Kim Olduğumuzu Onlar Söyleyecek!



Ya haddimizi bilmiyor oluyor, yada çok alçaktan uçuyoruz. Türk futbolu aslında hiçbir zaman nerede olduğunun farkına varamadı. Dünya 3.lüğünü küçümserken, dengimizin aslında çok alt seviyelerdeki takımlar olduğuna inananlardık. Zaten futbol stilimizde böyle bir çelişki içinde yer aldığından dolayı da, futbolumuz sadece "kaos" üzerine kuruluydu.

Anlık performanslar, anlık tetikleyici olaylar ile sahaya çıkıp kazanan yada kaybeden olduk. Sırf bu yüzdende, kendi hakkımızdaki gerçeğin ne olduğunu bilemedik senelerce ve hala bilmiyoruz. Hiddink'in açıklamalarında, sürekli bahsettiği Almanya'nın bizim dengimiz olmadığı ve haddimizi bilerek oynamamız gerektiği konusu sonuna kadar doğruydu. Peki ya dengimizin altı olan veya dengimiz dediğimiz takımlara karşı takındığımız tavır nasıl açıklanmalıydı? Grubun en zorlu rakibi ile oynanacak maçı, kader maçı haline getirmek ve daha sonra Almanya'nın bizim çok üstümüzde olduğunu kabullenmemiz gerektiğini beklemek. Türk milleti açısından fazlaca hayalperest yaklaşım olsa gerek. Hiddink'in kadro seçimleri, oynattığı futbol, yapmak istedikleri veya Türkiye'nin kendi şartları... Çok fazlaca üzerinde durulup, sayfalarca yazı yazılır, günlerce üstüne tartışılabilir. Ancak Türkiye asıl kader maçını ve hatta maçlarını, Almanya maçı öncesi oynadı. Avusturya ve ikincilik koltuğuna adaylıkta ki en büyük rakibi Belçika maçları Türkiye'nin asıl kader maçlarıydı.

Eğer Almanya dengimiz değil ve yenme ihtimalimiz olsa bile çok düşük şeklinde bir düşünceyi  kabul ediyorsak, Türkiye oynadığı Belçika ve Avusturya maçında elindeki en büyük kozu kullanmak zorundaydı.  Her iki maçta da beraberliğe kilitlenmek, yenme ihtimalimizin fazlasıyla olduğu her iki maçı da rölantide oynayıp Almanya maçını kader maçına çevirmek sahada yapılanlardan daha büyük bir yanlıştır.  

Bu açıdan bakıldığında Türkiye, ikinci sırayı Almanya maçında yenilerek değil Belçika ve Avusturya deplasmanlarında berabere kalarak kaybetti.  Ne yazıkki bunun nedeni de, yazının başından bahsettiğim seviyemizin ne olup, ne olmadığı hakkındaki karmaşamızdan kaynaklanması. Almanya’nın  altında, Belçika ve Avusturya’nın üstünde, aslında hiç kimsenin oranın neresi olduğunu bilmediği bir Milli Takım tanımlaması çizdik kendimize. Şimdi ise hakkettiğimizin ne olduğuna yine başkaları karar verecek.


Elin Oğlu Çalışıyor

Biz basketbolda oyuncu seçimini bile yapamazken, Barcelona Palau Blaugrana'nın parkelerinde yer alacak dansçı kızlar için seçmelerinin başlayacağını duyurmuş. Basketbolun başlı başına nasıl bir organizasyona sahip olmasının gereğinin kanıtı belkide Barcelona. Yapılacak seçmeler içinde özel bir tanıtım videosu hazırlanmış.

Başsağlığı Mesajı!!

Başbakan Tayyip Erdoğan'nın annesinin vefat ettiği haberi sabah saatlerinde duyuruldu. Beşiktaş Kulübü'de bu üzücü durum üzerine "Başsağlığı Mesajı" yayınlamış. Resmi sitede Yıldırım Demirören'nin, ağzından yapılan açıklamada "Kıymetli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın annesi Tenzile Erdoğan'ın vefatı beni, ailemi ve camiamızı derinden üzmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti'nin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi hedefinde büyük işler başaran, son yılların en büyük ekonomik yükselişinin mimarı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı bizlere armağan eden, vefakâr annelerimizden Tenzile Erdoğan'a Allah'tan rahmet, Erdoğan ailesine ve yakınlarına başsağlığı dilerim. "
sözlerine yer verilmiş.

Başsağlığı metni, amacından çok uzakta, çıkar amacı güdülen bir araç haline dönüştürülmüş. Orada yapılan açıklama Demirören Şirketleri'nin başındaki kişi olarak değil, Beşiktaş Kulübü'nü temsilen yapılan açıklamadır. Ağızdan çıkan her söz Beşiktaş'ın fikri ve beyanıdır. Kendi kişisel çıkarlarına bu kadar kolay bir şekilde, Beşiktaş'ı alet etmek ayıptır.

Ne Rüya Takım Ama!

Dexia Mons mağlubiyetiyle, EuroCup’a veda eden ve belki de daha önce defalarca söylediğimiz gibi çöküşün n büyük adımını atan Beşiktaş’ın bazı kişilerin elinde oyuncak olduğu aşikar. Yaz boyunca Beşiktaş, var olduğu zamandan bu yana belki de en çok spekülasyon yaşadığı transfer dönemi geçirdi. Menajerler ve onların çıkarlarını, kendi çıkarlarına dönüştürmek isteyen kişiler tarafından sosyal medya hesapları üzerinde yaratılan suni günden, hedef göstermeler, süreci değiştirmeler fazlasıyla görüldü.

Tabi bu durumundan en çok Beşiktaş zarar görürken, taraftarın gözü boyandı, 2 liralık oyuncular 4 liraya imza attı. Menajerler alacaklarını kapadı, yardım edenlerde cebindeki boşluğu.

Serencebey ve BjkBasket yazarlarından Hürol Yöney, Beşiktaş’ın bütün yaz boyunca transfer gündemini ele almış. Tabi başkalarının kendi elleriyle yarattığı gündem.

Rüzgar gibi, gelmeleri ve gitmeleri (!) bir oldu bu yıldızların.
Andre Smith, Benjamin Eze, Charles Smith, Judson Wallace, Vladimir Golubovic, Vince Carter, Corey Maggette, Zaza Pachulia, Ersan İlyasova, Hido Türkoğlu, Mehmet Okur, Cemal Nalga, Caner Ercan, Ersin Görkem, Evren Büker, Nedim Yücel, Ali Karadeniz (Wright), Renaldas Seubutis, Kaspars Kambala, Erkan Veyseloğlu, Yunus Çankaya, Ömer Aşık, Will McDonald, Daniel Ewing, Jamal Crawford, Carlos Delfino, Kobe Bryant, Anthony Parker, Joel Freeland, Milko Bjelica, Reha Öz, Pero Antic, Tarıq Kirksay, Kevin Durant, Matjaz Smodis, Donatas Motiejunas, Mario Kasun, Kyrylo Fesenko.
Evet yanlış görümüyorsunuz yukarıda yazılan isimler yaz boyu transfer döneminde takımla ilişkilerindirildi. Kırka yakın isim ve ne kadar mükemmel bir skala değil mi ? Kobe ve Durant’dan tutun da milli takımın yıldızlarına kadar her isim var bir rüya takım gibi,  hayal dünyasında; lig ve Avrupa şampiyonu olmuşuz biz, gerçek Dünya neyimize! Sosyal medyadan yapılan umut tacirliği bunu kullanmak isteyen, gırtlağına kadar populizmin esiri olmuş ve Beşiktaş’ı kullanan oluşumlar. İşte sonucu bu hafta görüldü, ezeli rakibinin Euro Lige katılmasının ertesinde Beşiktaş üç numaralı kupa Euro Challenge’ın yolunu tutmuştur.
Temmuz ortasından beri adeta geliyorum diyen tabloyu sıkça dile getirmeye başlayanlara, aşırı karamsar veya pesimist yakıştırması yapıldı ve insanları olabilecekleri öngürmesi büyük bir dezenformasyonla engellendi. Hatta bu noktada Orkun Çolakoğlu’nu şahsım adına kutluyorum. Yaz boyu kontrat feshine zorlanması için sürekli idman yaptırılan Bekir, Cüneyt ve Serhat hadisesini şubenin yüzüne inatla vurmaya devam etti ve başkaları gibi kafasını kuma gömmedi.
Tüm bu olanlara ek olarak yaşadıklarım ve gördüklerim şunu net olarak göstermiştir ki başıboş kalan bir kulüp transfer döneminde menajerlerin elinde oyuncak olur ki, ligimizde bir çok takımın kuruluş aşamasında artık oyun sisteminin en son düşünülen şey olduğu çok ama çok net gözler önüne serilmiştir. Neticede buna çanak tutan herkesin Beşiktaş’a verdiği zararın boyutları Dexia yenilgisinden de çok ama çok daha büyüktür. Ne kötüdür ki bu kötü durumun mesulu olanlar 2-3 gün için sessizliğe bürünecek olayın sıcaklığının geçmesini bekleyip sonra tekrar hiç bir şey olmamış gibi ortaya çıkacaklardır.
İşin taraftar kısmına gelince görünen o ki yönetim interneti oldukça iyi kullanıp kitleleri gayet güzel bir şekilde manipule edebiliyor ve hedef gösterdiği kişileri taraftar ve kamuoyunun linç etmesine sebebiyet verecek kadar ortamı kaşıyor. Koçluklarını sonuna kadar eleştirebilirsiniz ama kulübünün ekonomik şartlarını her zaman koruyan insanların kulüpten gidiş arifesindeki taraftarın takındığı tutum, vefa ve teşekkür kültürünün yozlaşma sonucu tamamen kaybolması mevcut tabloyu hazırlamıştır. O yüzden Dexia Mons’a elenmek üzülerek söylüyorum ki bir hakediştir.

BjkBasket.com/Hürol Yöney  

Yönetmek İçin Zeka Gerek

Deron Williams transferi, Türk oyuncu rotasyonunun sıfıra yakın olması, eldeki oyuncuların kaybı, sponsor sorunu, takımın Ağustos ayında kurulması… Bütün bunları açık açık görürken, herkesi uyarmaya çalıştığımız bir ortamda “Nankör” ilan edildik. Demirören’nin fedakarlığını, yıldızlarla dolu kadroya sahip olduğumuzu, Dünya’nın bizi konuştuğunu söylediler. Ancak bizim söylediklerimiz onlara göre safsata idi. Dün yaşananlarda sonra ne kadar haklı korkulara sahip olduğumuzu, acı olsa da öğrenmiş olduk.

Beşiktaş Basketbol Şubesi, dün gece yaşananlardan sonra tarihinde ki en kara geceyi yaşamıştır. Bu kanı, kaybedilen bir maç üzerine oluşmadı. Dün sahada Beşiktaş’ın tamamen yok olduğuna gözlerimiz ile şahit olduk. Bütün yaz boyunca, Beşiktaş ile alakalı kafamızdaki kuşkular, yüreğimizdeki korkuların gerçekleştiğini gördük. En tepede alınan Basketbol Şubesi, o günden bu yana kademeli olarak dibe vurmaya başlamıştı ve bugün artık en dipteyiz.

Beşiktaş dün sadece bir maç kaybetmedi. Her takım benzer şekilde sonuçlar alabilir. Dünya’da dün geceki maçın milyon tane benzerini bulabilirsiniz. Ancak Beşiktaş dün tam anlamıyla beyaz bayrağı çekti. Beşiktaş için bu sene son fırsattı her şeyi yola koyulabilmek açısından. Ancak yaşanan sıkıntılar, sorumsuzlukla birleşince bataklığın dibine doğru yol almaya başladık. Dün ise en büyük adımı da atmış olduk. Beşiktaş Basketbol Şubesi artık yamanarak kapatılacak çatlaklara sahip değil. Beşiktaş için en baştan bazı şeylerin yapılması lazım, en temelinden başlayarak.

Basketbol planlamanın en kusursuz şekilde yapılması gerektiği bir spor dalı belki de. Taşları yerine doğru oturtmanın dışında, devamlı olması içinde altını sağlam bir şekilde doldurmanız gerekli. Bunun ne kadar doğru olduğunu da 2 yıl içinde Galatasaray ve Beşiktaş’ın geldikleri noktaları birbirleri ile kıyaslamak yetecektir. Sadece basit bir gözlem bile her şeyi anlatmaya yeterli.

Galatasaray, az bütçe ile maksimum verim almaya çalıştıkları bir kadro kurdu. Asla büyük başarılar ile kendi taraftarlarını kandırmadılar. Takımın başına ise disiplinli, sistemli Oktay Mahmuti’yi getirdiler. Galatasaray, sezon içinde takım olarak büyüdü. Her galibiyette onlara inanlar arttı ve sonucu Abdi İpekçi’de oynanan final karşılaşmalarında gördük.

Euroleague’e katılım hakkını elde etmiş Galatasaray, büyük paralar harcayarak, yıldız isimleri kadrolarına katabilirlerdi. Ancak onlar sistem içine oturabilecek, Avrupa basketbolunun iyi isimlerini kadroya dahil etmeyi tercih etti. Karşıyaka’dan Furkan Aldemir, Avrupa ve NBA’in önemli isimlerinden Songalia ve Barcelona’dan Lakoviç. Hiç biri D_Will kadar star, kariyerli değil. Ancak ne yazık ki, basketbol sadece yıldızlar ile oynanmıyor. Tıpkı futbolunda sadece yıldızlar ile oynanmadığı gibi. Bugün baktığınızda Galatasaray’ın transferinin en pahalısı Lakoviç, bedeli 1 Milyon Dolar. Beşiktaş ise 3,5 Milyon Dolar’a Deron Williams’ı kadrosuna katmış. Galatasaray hiç küçümsenmeyecek rakipler ile oynadığı 3 maç sonrasında Euroleague katılma hakkı elde ederken, Beşiktaş Dexia Mons karşısında elendi. D-Will Ocak ayında takımı terk edecek olmasına rağmen Beşiktaş kadroyu onun üzerine kurdu, Lakoviç belki seneye de takımda kalacak ve en önemli parça olacak. Buna karşın Beşiktaş, lokavt sonrası gideceklerin yerine Ocak ayından itibaren oyuncu bulmaya çalışacak. Yeni oyuncular, yeni sistem ve belki de yeni coach arayışına girecek. Galatasaray’ın mevcut kadrosunu koruyup, sadece birkaç takviye ile Euroleague’te bir üst turu arayabilecek fırsatı olacak. Ve en önemlisi Galatasaray seneye Euroleague’de yer bulacakken, Beşiktaş EuroCup’a bile giremeyecek.


Bir organizasyonu yönetmek, takım oluşturmak başarıya gitmek için para en önemli etkendir. Ancak bir spor organizasyonu yönetmek için akıl ve zekada gereklidir.